Turunç Bahçesi

4 0 0
                                    

Sabah saatleriydi, dünya gözlerini yeni yeni aralarken Yasemin çoktan mutfağına geçmişti bile. Sarmanın içini karıştırmaya başladı, zeytinyağı salçadan itinayla kaçıyormuş gibiydi, akıl çelici bir hareketle pirinçle malzemeleri birleştirdi. Mutfağın küçük penceresinden bahçeye çevirdi gözlerini, sabah ılımlı bir dansla açık mora kaçan mavi bir tonda havaya salınıyordu. Ilıkla soğuk arası bir rüzgar yüzüne okşayan ellerini dokundurdu. Bahçede ağaçlar Akdeniz sevinci yaşatmaktaydı ruhuna baktıkça. Kuşlar burada oldukları için resmen Allah'a şükrediyordu. İnsanları da seromonilerine katmaya çalışmaktaydı kulağa hoş gelen cıvıldamalarıyla.

Kız kardeşim gelecek bugün, poaçaya vakit kalır mı acaba, diye geçirdi aklından. Ocakta kaynamakta olan suyu fark etti. Alaca bulaca mutfağa suyun fokurdamaları ses getirdi. Elini yıkayıp poşetteki mantıları tencereye döktü, lap lap ediyordu mantılar her düştüğünde. Pek kimse yapmazdı ama yaprakları kaynatmayı unuttuğu için mantının suyundan bir kepçe alıp yaprağın üzerine döktü. Gülümsedi,

-Annem olsa ne kazırdı şimdi,

Annem yok, dedi içinden. Annem başka yerde artık, istesem sarılamam, acaba annem nerede, bir an kendi aptallığına, saçma sorularına kızdı. Annem başka şehirde olabilirdi ama değil, diye düşündü. İnsanlar ihtimal üretme hastalığına sahip olma potansiyeliyle dolup taşar, Yasemin'de böyleydi, obsesif bir ihtimal hastası.

Yuvarlak tahtayı açtı ve sıcak suda gevşemiş sarmaları yanına koyup ilkini alıp sarmaya başladı. Pirinci az ve öz koymaya çalışırken kız kardeşiyle annesine yardım ettiği zamanlar geldi aklına.

''Üç tanecik pirinç tanesi koydum.''

Ardından annesi gelmişti,

''Kız Allah cezanı vermesin, üç pirinç tanesi neyine yetici, azcık daha koyuver.''

Sonra hunharca pirinci yalapşap alıp yaprağa koymuştu annesi heyecanla.

''Bre oldu mu bu şimdi he?''

Kardeşi anasının hatasını düzeltti ve sarmayı düzgünce sarıp tencereye koydu.

Yufka ekmeklerin üzerine serili kenarı sökülmüş kareli sofra bezinin üstünde Balzac vardı. Gençken daha annem varken çok okurdum, bir türlü okutamamıştım ona, diye düşündü. O derin düşüncelerle sarmaları ince ince sararken kocası elinde sıcak pidelerle gelmişti. Poşetin hışırtıları, ayakkabılarını nefes verişleri arasında çıkarışı ve asla köy yeri diye kilitlenmeyen kapının açılışını duydu...

-Hoş geldin.

Ekmekleri eski tahta sehpanın üzerine bırakıp yanına oturdu,

-Ne zaman gelir Yaren?

-Gelir, sen onu boş ver. Bu ay sütçüyle anlaştın mı?

Kafasını kaşıdı ve cebinden sıcacık yüzlükleri çıkardı.

-Babam dün verdi biraz, endişelenme.

Yüzlükleri gözüyle saymaya çalışırken tavukların sesleri duyulmaya başladı,

-Vay nereden gelir bu değirmenin suyu?

-Borçları toptan ödedi, aileyiz ya hani biz sonuçta borcu ödüyor.

Yasemin gülümsedi, güvende olmanın verdiği huzur çok başkaydı. Kocası eğildi ve omuzlarını sıkı sıkı tuttu,

-Bak güzelim ayrıldığın şehir hayatına seni geri döndürmeme az kaldı.Elleriyle bir gökkuşağı çizer gibi yaptı.

-Geceleyin yazın sıcak olduğunda pencereyi açıp şehrin gürültüsünü dinleyebileceğiz, iyi bir eğitim sunacağız çocuklarımıza, sadece biraz daha sabret.

Yasemin hayallere dalmamış gözlerini kocasına çevirdi,

-Aslında ben burada kalmak istiyorum. Arsuz'da çok mutluyum Ahmet.

Ahmet duraksadı, kafası karışmıştı,

-Nasıl yani? Senelerdi bunu istiyordun?

-Artık istemiyorum, ben köyümden memnunum, üniversiteli olduk diye çıktığımız kabuğu mu beğenmeyeceğiz?

Annesi yukarıdan gülümseyen gözlerle bakıyormuş gibi hissetti, yıllardır hayallerinin boşluğunu ve aslı görmüş olmanın hazzıyla sarmasına döndü. Sıradan olmak bile sıra dışıydı. Mantı fokurdadı da fokurdadı, yufka ekmekler mutfakta hala tazeydi, havada turunçgillerin kokusu yayıldı, denizin dalgaları süzüle süzüle bir hışırtı gibi bahçeden duyulabilirdi.

Dağılmaya Hazır Bulutlar |Kısa Öyküler|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin