Sıcak bir gündü ya da tam sıcak denilemez, her şey karman çorman olmaya müsait bir havadaydı. Nemliydi içinize çekeceğiniz her soluk. Küçük bir çocuğun bitmesin diye kıyamadığı dondurmasını eritecek kadar sıcak hissediyordu ama o. O her şeyi yanlış hissediyordu, şu an duvar köşesinde onu beklemenin de gereksiz, umutlarına yaşam vermeyecek bir faaliyet olduğunun farkında değildi mesela. Doğru yapıyorum, evet başka türü olmazdı zaten. Kafasında dolşan tüm fikirler onun haklılığına ulaşsa da, birkaç dakika sonra pişmanlık terleri akıtacak fikirleri.
Bekledi, bekledi... Sanki bir bostandı, aslında değildi ama böyle davranıyordu. İnsan olmasına rağmen kendisine nesneymiş gibi davranılmasına izin veriyordu. Kafasını duvarlara çarpacak ama haberi yok. Onu beklemek anlamsız ve o bile bile bekliyor. Belki de bu bostanlıktan da kötüdür. Sonuçsuz bir şeye zamanını harcamak... Asla geri gelmeyen zamanı, Dostoyevski'nin zerresinin dahi nabzını tutacağını söylediği zamanını harcıyordu. Ne zaman geleceksin? Şimdi gelecekti ve sonra gidecek. Bekleyişinin anlamsızlığını yokluğun gerçekliğiyle, varlığın veremediği hissiyatla anlayacaktı.
Sınıfın kapısı açıldı ve içeriden onun başı göründü. Ah işte kalbi kasım kasım kasılıyor, damarları yanıyor! Eli ayağı, bilinci arap saçı gibi şimdi. Soluklarını ciğerlerine yollamakta zorlanıyor çünkü onu dünyadan saymıyor. Dünyadanmış gibi gelmiyor çünkü o. Çünkü hiçbir zaman dünyadanmış gibi gelmediği için dünyadanmış gibi hissetmiyor. Kendi hayal kapsülüne kendini öylesine hapsetmiş ki, yıllardır dünyada yaşayabilmiş bedeni onu görünce ne hikmetse dünyayı unutuyor. Artık her şey dayanılmaz olur çünkü o vardır. Sanki onsuz yaşanılamaz, öncesinde o varmış gibi...
Dudakları yavaşça kımıldanmaya başladı. Konuşmayı da unutmuştu sanırım.
-Eee, şey.. Ben bir şeyler konuşmak için yani önemli bir konu var da beni dinleyebilir misin? Tabi müsaitsen...
Oğlan başını salladı, gayet mütevazi ve kibar bir şekilde karşılık verdi.
-Tabi, seni dinliyorum.
Ah Allah'ım dinleyecek! Diye geçirdi içinden. Sonra kafasında dağınık tümcelerini toparlamaya çalıştı. Duyguları disiplinli çalışan tek şey olmuştu istememesine rağmen. Gözlerini kaldırdı ve gözlerine bakarak odaklanmaya çalıştı. Şimdi başlamalıyım.
-Ben seni uzun zamandır tanıyorum yani sen beni tanımadan önce ben seni biliyordum.
Oğlan kaşlarını çattı, ne demek oluyor bu şimdi? Diye geçti aklından. Yoksa kurgulanmış bir arkadaşlık mıydı bu?
-Nasıl yani?
İşte en zor açıklanan yere geldik, diye geçirdi aklından. Yutkundu, sanki bu yutkunuş kendini toparlamaya çalışmanın bir göstergesiydi.
-Yani şey ben seni uzun zamandır uzaktan izliyordum.
Gözlerini kapattı bir anlığına, onu her zaman görmek için indiği merdiveni gösterdi yavaş yavaş. Tüm anıları, kalbindeki tüm leşi çıkmış umutlarının gölgesi canlandı.
-İşte tam şurada...
Oğlan kafasını kaldırıp oraya baktı. Sanırım beni sevdiğini itiraf edecek, dedi içinden. Kafasını salladı anlamışçasına. Kız bu hareketini fark etti. Ayaklarının bağı çözülüyormuş gibi hissetti. Tüm enerjisini kaybetmiş gibi hissediyordu. Gerisini getiremeyecekti sanırım.
-İnan ki seni oradan ne kadar izlediğimi tahmin edemezsin.
Oğlan artık yeni bir şey beklemiyordu, beni sevdiği için benimle tanışmış, dedi içinden. Aklına dolan konuşmalarda bir işaret aramaya başladı, kendisinin kör olduğunu anladı birkaç saniye sonunda.
-Beni seviyor musun?
Kız durdu. Ağzı açık kaldı. Her şey ortaya çıkmıştı işte, gerisini getirmekte iş. Bir an bile tereddüt etmedi.
-Evet, seni seviyorum.
Oğlan durdu, nasıl reddedeceğim? Şimdi kalbi de kırılacak, ayrıca iyiydik ya. Aklından ölçümler yaparken, utançla gözlerini yere indiren kız kedi gibi mırıldandı çıkabilen son sesiyle.
-Bir şey söyle...
Oğlan düşündü taşındı kızın aylarca biriktirdiği sevgisini yadsıması, kalbini kanatan yarasına bir çizik de kendisinin atması sadece birkaç cümle kadar sürdü. Sizin aylarca belki de yıllarca biriktirdiğiniz, bir çocuk gibi baktığınız sevginiz, o yüce sevginiz birkaç cümleyle evlatlıktan reddediliyorsa o kadar mühim değildir belki de. O çocğun sizi uzun sürse de terk edecek olması da cabası.
-Üzgünüm...
Daha lafının devamını getiremeden gözlerine ok gibi saplandı yerdeki utangaç bakışları. İşte bütün sevginin karşılığı buydu. Üzgünüm ve sonrası bilmem ne... O merdivenin başına gelmek, adımlarını sırf seni görebilmek için atmak ne de zor bilmiyorsun! Sadece birkaç cümleye sığabilen bir şeyi beslememeye çalışın içinizde. Çünkü herkes içine sığdıramaz sizin sığdırdığınızı.
Beyni uyuştu. Ayakları tutmaz oldu. Merdivene doğru baktı. Alt üst olmuştu. Boyası birbirine girmiş bir tablo gibiydi şimdi düşünceleri. Ayağı bükülüyordu sanki. Anlamszılaşan sevgisini düşündü. Ayaklarına baktı, düz duramıyorlar! Yavaşça yana doğru, merdivenlere doğru düşmeye başladı bedeni. Kulakları sağırdı, duymuyordu, hatta şu an merdivenlerden aşağı düştüğünün farkında bile değildi. Her şey fark edilmeyecek kadar anlaşılmaz ve bulanıktı. Beş altı basamağa çarpa çarpa indi bedeni. Anlamsızlaşıyor olmasına şaşmış kalmıştı aklı.
En son basamağa geldiğinde durgun, sığ bir su gibi olan kafası sert bir darbe aldı. Bilinci kapandı, yarılmış şakağından kan sızmaya başladı ve o andan itibaren geçmiş uyandı aklında. En son ne zaman bu kadar boş hissetmişti?
Gözlerini açtı, saçlarının üzerindee duran beyaz peteğe baktı. Yaz ayıydı galiba, kafasını kaldırdığında açık pencereyi gördü. Serin hava ılık ılık yüzüne esiyordu. Parlak ayda kamaştı gözleri. Başını çevirdi ve boş bazasına baktı. Ağustos böceklerinin vıyaklamaları kulaklarını tırmalıyordu. Hızla üzerindeki nevresimi attı. Annesinin sesi geliyordu yan odadan bir yerden. Soğuk yelle birlikte hissettiği huzursuzluk daha da alevlendi. Keşke bu güzel hava da huzurlu olsaydım, ne de yakışırdı diye geçirdi içinden. Yavaşça ilerledi, mutfak balkonunun kapısı önünde, elinde sigarasıyla annesinin huzursuz yüzünü gördü. Yengesiyle konuşuyordu. Sigarayı her içine çekişinde cızırtısı mutfağa dolmuş gecenin sesinde duyuluyordu. Ağustos böceklerine has o ince vıyaklamada...
-Uyumadın mı?
Annesinin neye canının sıkıldığını bilmiyordu, o yüzden bu bulanık tabloya boş boş bakınmakla yetindi. Huzurlu gece de hissettiği o derin huzursuzluğu düşündü. Nasıl da anlamsız ediyordu bu güzel yaz gününü? Bunun anlamsızlığı karşısında sadece gözlerini kapayabildi. Düşünemeyecek kadar büyük geliyordu.
Gözlerini tekrar açtığında memleketinde olduğunu fark etti. Gene yaz günüydü, ay parlak, ağustos böcekleri vıyaklıyordu, müstakil evlerinin yanında oturan Romen komşularına baktı, onlar bile susmuştu. Dedesiyle annesi bir şeyle konuşuyorlardı, göz kapakları ağır ağır kapanırken bu eşsiz anın tadını aklının damağında hissetti, gözlerini kapadı ve birkaç saniye düşündü. Nasıl da her şey sessizken daha da cazibeliydi böyle, terleten sıcak bile...
Tekrar gözlerini açtığında ne o güzel huzursuz yaz günündeydi, ne de memleketinde... Birileri gözüne keskin bir ışık tutuyorlardı. Göz kapaklarını oynattı, neredeyim ben? Diye geçirdi aklından. Kafasını kaldırmaya çalıştığında etrafındaki herkes aceleyle onu uyarmaya çalıştılar. Ama sesler boğuk geliyordu. Yanlışlıkla akan kanı görmüştü... Ama hiçbir şey hatırlayamadı, bu yüzden hiçbir şey hissetmiyor, sorgulamaya kapalı aklı sakin sessiz normal seyrinde zamana kapılmıştı...
Nasıl arkadaşlar? Bilgisayar elime geçer geçmez size bir bölüm yazayım dedim. Umarım vermek istediğimi anlamışsınızdır. Beğendiyseniz oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın. Seviliyorsunuz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dağılmaya Hazır Bulutlar |Kısa Öyküler|
Historia Corta'' İşte bütün sevginin karşılığı buydu. Üzgünüm ve sonrası bilmem ne... O merdivenin başına gelmek, adımlarını sırf seni görebilmek için atmak ne de zor bilmiyorsun! Sadece birkaç cümleye sığabilen bir şeyi beslememeye çalışın içinizde. Çünkü herkes...