•Spirits of the Past•

80 19 9
                                    

Arabayla ilerleyen ekip sessizce duruyordu.

"Nereye gidiyoruz?" Dedi Eddie kısa süreliğine yanında oturan Liz'e kafasını çevirerek.

"Senin karavanın hariç herhangi bir yere." Dedi Liz bıkkınlıkla. Suratı yine acıyordu ve can sıkıcı olmaya başlamıştı. Yüzündeki kanları silen Robin konuştu.

"Jason pisliği güzel dayak yedi. Bir daha sana bulaşamaz." Dedi sırıtarak. Steve nasıl dayak yediğini hatırlayınca güldü.

"Senin suratının da aşağı kalır yanı yok." Liz, söyleyip söylememek arasında kalıyordu. Tat kaçırmak istemese de konuşmalıymış gibi hissediyordu.

"Beni koruduğun için sağ ol Steve. Kolların epey güçlüymüş." Dedi Eddie dikiz aynasından.

"Onlardan daha beterleriyle karşılaşmıştım." Dedi Liz'e bakarak. Eski günleri hatırlayıp kıkırdadı. Yarın insan avımı başlatacaklar, diye düşündü Liz. rahatsızca yerinde kıpırdandı. Robin ve Steve arkada kendi hallerinde konuşurken, ön tarafta sessizlik hakimdi. Eddie kısaca kafasını Liz'e döndürüp sessizce sordu.

"Akşam için sözleşmiştik ama?" Liz bıkkınlıkla göz devirdi.

"Havamda değilim." dedi kısaca. Yeniden ölüp aynı şeyleri tekrar yaşarsa kafayı yiyeceğinden korkuyordu. "Beni mezarlığa bıraksana." dedi ardından. Eddie şaşırsa da sesini çıkarmadı. Arkadaki gülüşmeler tüm arabayı doldururken fark edilmiyordu. Liz parmaklarını dizine vura vura gerginlikle telsize bakıyordu. Haber gelmesine daha vardı fakat işler bu sefer daha farklı ilerlemişti. Birilerini öldürmenin ağırlığını taşımıyordu artık.

"Kardeşimle hiç konuştunuz mu?" dedi hafifçe kafasını arkaya çevirerek. Rastgele şeylerden konuşan ikili bir anda dikkat kesilip birbirlerine baktılar. Ortam gerilmiş gibiydi. Robin olumsuz anlamda kafasını salladı.

"Güzel." diye karşılık verdi Liz, önüne döndü ve ağaçları izlemeye devam etti.

Yol normalden uzun gelmişti Eddie'ye. Liz denen kızı ölümüne merak etmişti. Hakkındaki dedikoduları tabii ki o da duymuştu. Kundakçı ismi ondan önce geliyordu hep. İlk seferi olmadığı da söylenmişti. Aklında bunlar dolanırken, kafası cama dönük olan Liz'e baktı. Camın yansımasından ona bakan korkunç bir çift göz ile karşılaştı. Baktığı o kısacık saniyede nefret dolu gözler ona dehşeti yaşatmış gibiydi. Açıkça korktuğu söylenebilirdi. Ne zamandır onu izliyordu ki? Bir şey mi planlıyordu? Bunu kestirmek güç olsa da iyi bir şey olmayacağı kesindi.

Arabayı mezarlığın kenarına çeken Eddie kontağı kapatıp arabadan indi. Diğerleri de arabadan inerken Steve anlam veremeyerek sordu.

"Neden buraya geldik. Güneş çoktan battı." Liz, bagajdan Eddie'nin hali hazırda oraya bıraktığı ceketlerden birini aldı ve giydi. ellerini cebine koyarak kapıya yöneldi.

"Ufak bir işim var isterseniz bekleyin." mezarlığın demir parmaklıklı kapılarından girdi.

Steve Robin'e bakarak bir cevap bekledi. Eddie arabanın kaputuna sırtını dayayarak sigarasını yakmıştı.

"Ben ona bakarım." dedi Robin ve peşinden ilerledi.

Mezarlıkta hızlı hızlı ilerleyen Liz, hızlıca her taşa göz gezdiriyordu. Cenazeye gelmesine izin verilmemişti. Ondan nerede olduğunu bilmiyordu. Robin koşarak ona yetişti ve kolundan tutarak durdurdu.

"Liz yavaş ol. Neyin var, neden buraya geldik?" dedi. Sonra bu dediğinin ne kadar salakça olduğunu fark edip elini tuttu. "Gel, bu tarafta." Liz'i peşinden götürerek mezarların yanından geçti. Etraftaki ağlayan melek heykelleri gözlerine çarpıyordu. O karanlıkta da nasıl yol buldukları ise tam bir muamma. Hopper'ın mezarının önünde durdular. Sessizce ayakta beklediler. Robin, bir an olsun Liz'in elini bırakmıyordu.

Heaven And Hell-Stranger ThingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin