Kali, Ocak-1980
On üç ile beraber delicesine koşuyorduk. Daha doğrusu arkamdan sürüklüyor gibiydim. Nefesimiz tükenmek üzereydi ve peşimizde polisler vardı. Pennsylvania'ya geleli daha 3 gün olmamıştı. Kadının birine yan kesicilik yaparken yakalanmıştık ve şu an izimizi kaybettirmeye çalışıyorduk. Eski bir tersanenin içine daldık. Onu hızlıca masalardan birinin altına sakladım ve bende kutuların arkasına geçip kapıyı izlemeye başladım.
Anında içeri iki polis girdi.
Ellerindeki fenerlerle hızlıca etrafa göz atmaya başladılar. İçlerinden biri tehdit eder bir sesle bağırdı."Çıkın dışarı!" hızlıca on üç'ün olduğu yere doğru baktım. Orada değildi. Panikle biraz öne atıldım ve nerede olduğunu görmeye çalıştım. Tam o sırada polislerden biri yere yığıldı. O tarafa doğru döndüğümde diğer polis çığlık attı. On üç polisin üstüne atladı ve tırmalamaya başladı. Kulağına bir şey söylediği anda saklandığım yerden çıktım ve polisin kafasına bulduğum ilk şeyle vurdum. İkisi de yere düşünce On üç'ü kaldırdım ve elinden tuttum. Serbest kalan eliyle burnunu siliyordu.
"Güçlerini kullanmak yok demiştim. Şu an yorulursan kaçarken seni taşıyamam." dedim. İkimizde polislerin üstünden atlayarak oradan çıktık. Bizi evlatlık alan ailenin yanından yeni ayrılmıştık. Sokakta yavaş yavaş yürürken ceplerimi karışırdım.
"Bir kaç bozukluğumuz var. Sanırım ekmek almaya yeter. Ne dersin?" dedim ona dönerek. O da ceplerinden bir kaç demir para çıkardı ve avucuma bıraktı. 9 dolar 50 sent oldu toplamda. Birbirimize gülümseyip yakınlardaki bir markete girdik.
O raflar arasında dolanırken ben de ekmek aldım. Kasaya gidip elimdekileri verdiğim sırada küçük kız da aldığı çikolatayı tezgaha bıraktı. Parayı verip çıktığımızda bir banka yerleştik ve ekmeği bölüşüp yemeye başladık.
"Neredeyse 3 ay oldu. İsmine karar vermedin mi hala?" dedim ekmeği yerken. Laboratuvardan beraber kaçmıştık. İkimizde telepatik olduğumuzdan çıkarken zorlanmamıştık. Ben doğum ismimi kullanmaya devam ederken o kendi ismini düşüneceğini söylemişti. Böyle yaşamak için çok küçüktü, bazen onu yanıma almakta doğru mu yaptım diye düşünüyordum.
"Sanırım annemin adını kullanacağım." dediğinde şaşırdım. Doğumundan beri orda olduğunu sanıyordum. Annesini tanıması imkansızdı.
"Nasıl yani? Anneni tanıyor musun?" dedim merakla. Olumsuz anlamda kafasını salladı.
"Nereden biliyorsun o zaman?" dedim.
"Rüyamda gördüm." diye yanıtladı. Acaba telepatik olarak annesiyle iletişim mi kurmuştu? Kafam sorularla dolarken o açıklamaya başladı.
"Rüyamda onu gördüm. Önceden ne yaptığını ve sonrasında ne yapacağını. Sanırım geleceği görebiliyorum." dedi. Epey ciddi görünüyordu.
"Geleceği mi görüyorsun? Nasıl yani? Sadece hipnoz edebiliyorsun sanıyordum." dedim anlamayarak. Bir yandan bunun mümkün olup olmadığını düşünmeye başladım.
"Bir süredir böyle rüyalar görüyorum. İnsanların gelecekleriyle alakalı. Nasıl yaptığımı bende bilmiyorum." dedi ekmeğini yemeye devam ederken.
"Galiba uyurken zihnin daha açık olduğundan görebiliyorsun." dedim düşünceli şekilde. "Pekala, adı neymiş bakalım."
"Elizabeth."
Şubat
Ara sokaklardan yine el ele geçiyorduk. Etraftaki sarhoşların gözleri üstümüzdeydi. Lizzie'nin elini daha sıkı tuttum. Hızlı hızlı kaldığımız yere doğru yürüyorduk. Terk edilmiş bir depoydu ama idare ediyorduk işte. Cebimdeki bıçağı daha sıkı kavradım. Sonunda içeri girdiğimizde ikimizde sandalyelere oturduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven And Hell-Stranger Things
FanficHawkins alışveriş merkezi kazasından sonra suçu üstlenen Elizabeth 1 yıllık esaretinin ardından Hawkins'e geri döner. Bahar tatili yaklaşmaktadır ve yeni bir tehtid Hawkins'te boy göstermek üzeredir.