Steve'in kollarından ayrıldıktan sonra gözlerimi sildim. Çoktan yere düşmüş sigarama bakarken Eddie ve Robin yaklaştılar.
"Yani?" dedi Robin uzatarak.
"Ne yani?" diye karşılık verdi Liz.
"Katil misin yani?" dedi Eddie garip bir ses tonuyla.
"İlk kez değil." dedi Liz omuz silkerek. Devam etti. "Yarın muhtemelen avımı başlatacaklar. Bu gece iyi uyumak istiyorum." dedi.
"Katilsin yani?" dedi Eddie kafasını yana yatırıp parmağıyla işaret ederek. Liz sinirle nefes verip ellerini yüzünden geçirdi.
"Evet Eddie katilim. Seri katilim. Koleksiyon yapıyorum hatta. Seni de sokmamı ister misin?" dedi sinirle gülerek.
"Aman be! Tamam anladık." dedi Eddie dönerek.
"Hı hı eminim öyledir." dedi Liz kısık sesle. Eddie arkasını dönerek sesini yükseltti.
"Anlamadım?"
"Annen diyorum Eddie annen." dedi ve ikisinide arkasında bırakarak yürümeye başladı. Eddie hızla peşinden gelirken bağırıp, söyleniyordu.
"Bana bak, yemin ederim ki-" lafını bölen şey Lizzie'nin hızla arkasına dönüp kanlı maket bıçağını nerdeyse Eddie'nin boğazına yaklaştırması oldu. Bıçak boğazına değmese de epey yakındaydı.
"Bir şey mi dedin, anlamadım." dedi Liz ciddi bir ifadeyle. Eddie hızla geri sıçrayıp ağızını kapattı. Liz önüne dönüp yürümeye devam ederken, Eddie çok gecikmeden tekrar dibinde bitip konuştu.
"Peki ya?"
"Sana kes sesini dedim!" diye böldü yine Lizzie. Robin peşlerinden gelirken Liz bir telefon kulübesine girdi. Hızla ceplerini bozukluk için yoklarken Eddie yine sordu.
"Ne yapıyorsun?"
"Belli ki para arıyorum gerizekalı. Ne ile arama yapabilirim, cikletle mi?"
"Yanında hiç yok mu?" diye sordu arkadan Robin.
"Sadece nakit." dedi Liz.
"Paran gerçekten var mı? Beş parasızsın sanıyordum." dedi Eddie anlamayarak. O sırada cebinden bir çeyreklik çıkarıp Liz'e uzattı.
"Ot için her zaman param vardır." dedi Liz gülerek. Ardından parayı atıp numarayı çevirdi. Eddie bir an duraksayıp Robin'e döndü. Robin ne oldu dercesine kafasını salladı.
"Sanırım deja vu denilen şeyi yaşadım az önce." bunu duyan Liz resmen buz kesti. Yerine mıhlanmış gibi oldu. Gerçekten iliklerine kadar titrediğini hissetti. Telefon sesi sessizliği doldururken Liz göz ucuyla Eddie'ye döndü.
Eddie'nin karşılaştığı manzara arabadakiyle aynıydı. Yine korkunç ve boş bir çift siyah göz ona dikilmişti. Göz bebeklerinin küçüldüğünü görür gibi oldu. Loş dükkan ışıkları ve bahar ile ortaya çıkan cırcır böceklerinin sesi ortamda hakimdi. Robin bile bir anda gerilmiş rahatsızca ikiliye bakıyordu. Bir anda yakınlardaki bir dükkanın ampulü patlayınca Robin ve Eddie yerlerinde sıçradılar. Liz önüne dönüp düşünürken telefona yanıt sonunda geldi.
"Alo?"
"Alo, benim Liz." dedi Lizzie. Eddie Liz'den uzaklaşıp Robin'in yanına gitti ve ikili biraz geri çekildi. Liz'i duyabiliyorlardı fakat telefonu duymıyorlardı. İkili anlaşmış gibi markete yöneliler.
Lizzie'nin gözünden
"Liz?" dedi Jonathan heyecanla. "Sen çıktın mı?"
"Evet bugün çıktım. Kasabadan ayrılmışsınız." dedim
"Öyle oldu evet. Biraz uzaklaşmak gerekti. Olanlardan sonra yani." dedi Jonathan. Sesi biraz üzgün geliyor gibiydi.
"Bu saatte aradığım için üzgünüm. Kardeşim orada mı?" dedim mahcubiyetle.
"Evet burada. Will ile birlikte televizyon seyrediyor. El, telefon var!" diye bağırdı.
"Mike mı?" diye heyecanlı bir ses duyuldu arkadan. "Alo, Mike!"
"Benim." dedim kısık ve düz bir sesle. Eleven'ın hemen ciddileştiğini hissettim sanki.
"Ben de seni arayacaktım. Ne karıştırıyorsun?" dedi ciddi ve sert bir tonda.
"Büyü biraz El. Senin yarın karıştıracağın şeyden daha büyük değil benimki." dedim nefes vererek.
"Kafamın içi sınır on üç. Kes zevzeklenmeyi. Bir şey oluyor ve altından sen çıkacaksın. Sabahtan beri beynimde bir tıkırtı var sanki." dedi hiddetle. Diğerleri duymaması için kısık konuşmaya hala özen gösteriyordu.
"Sinirlenme hemen. Seninle konuşmak istedim çünkü nasılsın diye merak ettim." son anda söylemekten vazgeçti. Anlatacağı şey geleceği etkilerse diye korkuyordu.
"Dalga mı geçiyorsun?" dedi Eleven anlamayarak.
"Geçmiyorum. Islah evinden bu sabah çıktım. Teşekkürler arayıp halimi hatrımı sorduğun için." dedim sitem ederek.
"Ne gerek var? Zaten ne yaşadığımızı bilmiyor musun? Kafamın içine ne zaman girip çıktığını biliyorum on üç. Ne yaptığımızı gayet iyi biliyorsun. Senin hapishane hikayelerin ilgimi çekmiyor." dedi tek seferde. Sesi epey sertti. Açıkçası nerdeyse üzülecektim.
"Bana on üç deme demiştim. Adım on üç değil, adım Liz." dedim, kurduğu diğer cümleleri yok sayarak.
"Seni tanımayan bile bir kadının adını kullanman acınası. Dövmende ne yazıyorsa osun. Kabullen artık. Sana annenin adıyla hitap etmeyeceğim. Sadede gel artık." dedi. Söyledikleri beni sinirlendirmişti.
"Bak ne diyeceğim? Siktir git." diyip telefonu hızla yerine koydum. Bırakmadan çekip bir daha vurdum. Bir kaç defa daha telefonu kırılana kadar vurmaya devam ettim. Çığlık attım. Teleon kutusunu yumrukladım. Küçük kabinin içinde kendimi parçalamak istedim. Saçlarımı çekiştirdim. Sinir krizini atlattıktan sonra kollarımı cam kabine yaslayarak yarım yamalak ayakta durdum ve hızlı hızlı nefesler aldım. Kabinin kapısını ittirerrk açtım ve tutunarak dışarı çıktım. Dizlerimin üstüne düştüm ve beklemeden yere uzandım. Sırt üstü yatarken nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Hızla bana doğru koşan Eddie ve Robin'i görünce rahatladım. Onlar bana ulaşamadan siren sesleri duydum. Mavi ve kırmızı yanıp sönen ışık gözlerimi kamaştırmıştı.
Yorulmuyorum hiç drama yazarken vallaha.
Eleven'ın neden bu kadar sert davrandığı hakkında bir bilgisi olan varsa bana da bildirsin ayrıca.
Yorum yapıp vote atarsanız sevinirim okuyup kayboluyorunuz kendi kendime drama çıkarmaya çalışıyorum burda
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven And Hell-Stranger Things
FanficHawkins alışveriş merkezi kazasından sonra suçu üstlenen Elizabeth 1 yıllık esaretinin ardından Hawkins'e geri döner. Bahar tatili yaklaşmaktadır ve yeni bir tehtid Hawkins'te boy göstermek üzeredir.