•Lake•

54 13 3
                                    

Sabah uyandıklarında kahvaltı yapmaya karar verdiler.

"Haberleri açsana." dedi Liz ağzına bir parça peynir götürürken. Eddie kumandayı alıp televizyonu açtı.

Hawkins kundakçısı yine iş başında!

Başlığı sesli okuyan Liz ağız kenarından güldü.

"Başlıkları da amma salakça yapıyorlar." dedi. Eddie kafasını sallayarak yumurtaya bakıyordu.

"Bir katille yan yana olduğuma inanamıyorum." diye söylendi kendi kendine. Liz kafasına çay kaşığını fırlattı.

"Kulaklarım duyuyor ucube!" Eddie eliyle kafasını sıvazlarken ona baktı.

"Şimdi cevaplar." dedi ona bakarak. Liz anlamayarak ona baktı. "Her şeyi anlat, ne oldu ne bitti. Evimde kalıyorsan bilmem gerek." Liz nefes vererek anlatmaya başladı. Kaçıncı anlatışı bilmiyordu bile.

"İnanmayacaksın ama yine de anlatıyorum." Laboratuvardan, Eleven'dan, güçlerinden ve değiştirdiği gelecekten bahsetti. Geçmişinin çoğunu atlamıştı ve zamanı geri sardığından da bahsetmemişti. Her şeyi kısa tuttu.

"Pekala. Diyelim bütün bu dediklerin gerçek. Neden beni kurtardın? Dediğine göre planı benden başkası bilmiyor. Beni veya Chrissy'i kurtarman mantıksız. Senin için hiç kimseyiz." dedi Eddie, düşünceli şekilde.

"Sen Dustin'in arkadaşısın. Seni ölüme terk etseydim beni asla affetmezdi." dedi çabucak. İkiside konuşarak yemeği bitirdi ve dışarı çıktılar. O sırada Max'i gören Liz üzerine koştu. Birbirlerine sarıldılar ve bir ağacın altına oturmaya karar verdiler. Eddie karavanda kalmıştı.

"Ne güzel bir gün, değil mi?" dedi Liz gözlerini kapatarak. Rüzgarı yüzünde hissetti.

"Evet. Tutuklanman için güzel bir gün." dedi Max iğneleyici şekilde.

"Bu kadar acımasız olma. Seni özledim." dedi Liz kolunu Max'in omuzuna sararak. Tekrar Billy konusunu konuştu.

"Özür diliyorsun ama birini yine öldürüyorsun Liz. Neden?" dedi Max üzüntülü bir sesle. Açıklama bekliyordu.

"Onları ben öldürmedim Max. Kurtaramadım sadece. Jason'ı neden öldürdüğümü herkes beraberken anlatacağım." dedi Liz, Max'e bakamayarak. Max onun bir katil olduğunu biliyordu. Sonra ayağa kalktı ve üstünü silkeledi.

"Gitmem lazım. Polis şu anda beni arıyor. Telsizle iletişime geçerim." dedi ve arkasına bakmadan yürümeye başladı. Eddie'nin cebinden arakladığı araba anahtarlarını kullanarak oradan ayrıldı.

Ormanda, gölün yakınlarında bir yere park etti. Telsizini çıkartıp konuşmaya başladı.

"Çocuklar, Liz konuşuyor. Tamam." cevap gelmedi. Tekrar konuştu.

"Benim Liz. Duyuyor musunuz? Tamam." Yine sessizlik. Muhtemelen görmezden geldiklerini düşündü. Dustin kesinlikle duyuyor olmalıydı.

"Dustin, duyduğundan eminim. Telsizi hep açık bırakırsın biliyorum. O yüzden şu an olan biteni ve olacakları anlatacağım. Şu anda gölün kenarında oturuyorum. Polis peşimde o yüzden burada durmayı planlıyorum." dedi yorgun bir sesle. Sonra başlarına gelecek şeyleri anlattı.

"Bu yüzden Jason'ı bıçakladım. Evet. Böylece Chrissy'nin bedeli ödenmiş oldu ve kurtuldu. Vecanın hala öldürmesi gereken 4 kişi var. Sıradaki kim bilmiyorum. Her neyse bu çok aptalca. Dinlemiyorsunuz bile." nefes vererek telsizi kapattı ve kenara bıraktı. Gölü izlemeye başladı. Tekrar başa sarıp sarmamayı düşünüyordu. Planını tekrar oluşturmak çok sıkıntıydı. Ne yapacağını bilmiyordu. Belki de işlere hiç karışmamalıydı. Ayağa kalkıp derin bir nefes aldı.

"Çok zor değil. Daha önce de oldu. Haydi bakalım." dedi kendi kendine. Ellerimi sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Cebinden bıçağını çıkardı ve havaya kaldırdı.

"Pekala. Son bir kez daha ve geçen sabahtayım." Eskiden ne zaman bir şeyi yanlış yapsa başa sarardı. Aralıklar her seferde artıyordu. Ne kadar odaklanırsa odaklansın, zaman onu dönmesi gereken yere götürüyor ve tekrar denemesini sağlıyordu. Güçlerine odaklandı ve gözlerini kapattı.

"Üç...iki...bir." bıçağı boğazına soktu. Bu sefer ölmesi biraz sürdü. Kan boğazından boşalırken Steve'in arkadan sesi duyuldu.

"Liz!"

Derin bir nefesle Liz kendine geldi. Nerede ve hangi zamanda olduğunu anlamaya çalıştı. Mike'ın bodrumunda oturuyordu.

"Güzel. Güzel, güzel, güzel. Çok uzak değil." diye mırıldandı kendi kendine. Boğazını sıvazladı. "Tanrım, bu kadar acıttığını bilseydim göle atlardım." ayağa kalkıp silkelendi ve hareket etmeye başladı. "Steve!" eliyle kafasına vurdu. "Ne işi vardı orada?" kendi kendine söylenmeye ve düşünmeye başladı. "Pekala, durum güncellemesi. Okuldan sonra Mike'ın evine geldik. Steve'i, Robin'i ve Max'i çağırdılar. Sarıldık ve maça gittik." Belki de evrenin dengesiyle oynamamalıyım, diye düşündü. "Bu sefer ölenlere karışmayacağım. Bütün geleceği bilmemek çok zorluyor." diye söylendi. O sırada içeri Mike ve Dustin girdi. Biraz sohbet edip yukarı çıktılar. Steveler de gelmişti.

"Lizzie, çok çılgınca bir rüya gördüm." dedi Steve gülerken.

"Ne gördün?" dedi Liz.

"Gölün oradaydık. Seni arıyordum." diye başladı anlatmaya. Liz, yine buz kesti. Hatırlaması imkansızdı. "Sonra seni buluyordum ama sen boğazını kesmiştin ve sonra..." derken Mike cips poşetini Steve'e fırlattı.

"Dostum, iğrenç! Sus lütfen." gülmeye başladılar. Liz'i bir ürperti aldı. Elleri titremeye başladı. Hatırlayamazdı. Yaşanmamıştı ki! Zamanın içine sıçtım, diye düşündü. Bu sefer hareketlerini olabildiğince titiz tutması gerekiyordu. Son geriye dönüşleri olabilirdi bunlar. Maç vakti geldiğinde herkes ayaklandı. Bu sefer Max ile birlikte gitmeye karar verdi ve herkes evden ayrıldı.

Heaven And Hell-Stranger ThingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin