bölüm 1, birlikte güldük

2.5K 223 374
                                    

♡♡♡

Elindeki defteri ve kalemini oturduğu yerin yanına koyarak, sırtını ağaca daha da yasladı. Bir şeyler karalamaktan yorulmuştu. Genelde hemen hemen her gün, aynı yere gelip resimler çizer, insanları izler hava iyice kararınca geri saraya dönerdi. Artık, hayatının bir parçası hâline gelmişti bu yaptığı alışkanlık. Yine o günlerin birinde, yaslandığı yerden çizimini yaparak günü yarılamıştı Minho.

Yorgun gözlerini etrafına çevirerek insanların hâline baktı; hemen hemen köydeki çoğu çocuk oyun oynamak için dışardaydı. Yoldan geçen insanlar ise eve ekmek getirmek vasıtasıyla işlerinden dönüp evin yolunu tutuyorlardı. Hepsinin bir amacı vardı; çalışmayan kadınlar evle ilgilenirken evin erkekleri ise çeşitli işlerde çalışırdı.

Minho'nun da bir amacı vardı: Buradan her gün aynı saatte geçen asker topluluğun içindeki 'o' adamın resmini çizmek.

Buraya her gün genellikle 6-7 civarları bir topluluk gelirdi. Burada durmaz sadece geçip giderlerdi. Bu topluluğun en arkasındaki kişi aklına gelince yüzünde bir sırıtma oluştu. İlk gördüğü an ve tepkisini hatırladı ve sırıtması aptal bir gülümsemeye dönüştü.

Aklına yine o gelirken derin bir nefes alıp yanına koyduğu defteri tekrardan kucağına aldı.

Yine her zamanki gibi burada oturuyordu sadece tek fark buradan ilk defa geçen asker topluluğuydu. O günden sonra da her gün buradan aynı saatlerde geçmeye başladılar. Saraya gittiklerini biliyordu ama o da diğerleri gibi çok detaylı bilmiyordu. Kendince düşüncesi eğitim almalarıydı. Zira aklına başka neden de gelmiyodu.

En arkada asker kıyafetinin içindeki adamı hatırladı. Giydiği asker formasının ona ne kadar yakıştığını düşündü. Ensesi ve saçının yan kısımları kesilmiş, kahkülleri ise ön ve yan taraflara serilerek bu güzelliği örtmüştü. Ellerini saçının ense kısmına, kahküllerine daldırmak istedi Minho. Yeşil üniformasına kıyasla sarı saçları akmış, kahverengiye yüz tutmuş saçları ve koyu kahverengi gözleriyle harika bir kombinasyon oluşturuyordu. Düşüncelerinin üstüne bugün yine onu görebilmesi ise bu durumu zorlamaktan başka bir şey yapmıyordu.

Halk için her zaman nazikti. Birkaç kez, sabırlı bir şekilde halk tarafından sorulan soruları cevapladığına şahit oldu. Bir sorun varsa oraya gitmekten de çekinmiyordu. Hatta bu yüzden Minho'nun, kendini ortaya atıp bayılma numarası yapmamak için zor durduğu da bir gerçekti. Bu adam kesinlikle dengesini bozuyordu. Nazik konuşmasının altında ne kadar sert olduğunu düşündü. Sert bakışıyla, sert davranışıyla, sert dokunuşlarıyla... Kesinlikle bu adamın altına girmek için her şeyini verebilirdi.

Elindeki çoğu sayfası karalanık olan deftere baktı. Karşısından geçtikten sonra birkaç saat orada durmuş ve onu -birkaç saniye görmesine rağmen- hayal meyal resmini çizmişti. Tabi ondan sonra bunun bir sınırı da kalmamıştı. Geçtiği her günün ardından resmini -olabildiğince farklı mimiklerle- çiziyordu.

Yaklaşık iki aydır bu böyle işliyordu. Artık sıkılmıştı Minho. Buradan geçtikten sonra sarayda ne yaptıklarını deli gibi merak ediyordu. Evet, prensin en küçük oğlu, kralın en küçük, gözde torunu olması onu bu konularda bilgi sahibi etmezdi. Haddi değildi. Ama Minho haddine olmayan şeylere karışmadan da kendini alamıyordu.

Aslına bakılırsa merak ettiği bu da değildi, direkt olarak o adamın hayatını, o adamı merak ediyordu. Nerede yaşadığı, askerlik dışında neler yaptığı gibi. Evli olmamasını umdu, Minho. Kendisinden yaşça büyük olabilirdi ama hâlen bekar olma şansı yüksekti.

Aklından binbir hazin sonlu düşünceler geçince birden havayı panik sardı. Bugün çizim yapmayacak, onları takip edecekti. Belki bir konuşma başlatırdı, kim bilebilir?

Aniden gelen bu fikirle yanındaki eşyalarını toplamaya başladı. Birkaç dakika içinde buradan geçeceklerdi. Kalemlerini ve defterini hemen eline tutuşturup ayağa kalktı. Elleriyle gece gibi siyah olan saçlarını düzeltti. Önündeki bukleleri rahatsız ediyordu, yana kaydırdı. Oturduğu yerin arka kısmını pisleteceği düşüncesiyle üzerini silkeledi, tabi elindeki eşyalarla ne kadar yapabilirse...

Uzaktan buraya doğru gelen, art arda ilerleyen askerleri gördü. Aniden gelen cesaretin bir daha bu şekilde gelmeyeceği biliyordu Minho. İşte tam da bu yüzden her şeyi siktir edip o tarafa doğru ilerledi.

Askerler önünden geçerken sadece bekledi. Sonra ismini bile bilmediği, rüyalarını süsleyen yabancıyı görünce sanki o da ikişerli sıranın içindeymiş gibi yabancının yanına geldi. Hoş, artık ikişer değil üçerli sıra olmuşlardı.

Sarı saçları solmuş hatta kahverengiye yakın bir renge dönmüştü. Üzerindeki üniformaya baktı Minho. Tek kelimeyle muhteşemdi. Bir insan nasıl üniformada bile bu kadar yakışıklı görünebilirdi ki?
Yabancı aşkının ona tip tip baktığını fark ettiğinde gözlerini büyülterek önüne döndü.

Evet, rezil olmuştu.

Öyle bakmasının sebebi onu incelemesi değil de, neden burada bulundugunu anlamasıyla kendini tanıtma gereği hissetti Minho.

"Selam." salak bir sırıtışla el salladı.

Yanındaki adam başta boş boş Minho'nun yüzüne baktıktan sonra en sonunda dilini alt dudağında gezdirip ıslattı. Minho'nun yüzüne baktı. "Burada bulunmamalısınız, bayım." dedi.

"Ben de sizin gittiğiniz yere gidiyorum. Yani beraber gitmemizin bir sakıncası yok." Göz kırparak elini onun omzuna koydu ama yabancının ona olan sert bakışından sonra mal mal sırıtarak elini geri çekti. Utanmıştı. Ne demesi gerektiğini bilmediğini fark etti. İçinden aniden gelen cesaretine küfürler ederken yabancının yanında ilerlemeye devam etti.

"Bizim yanımızda duramazsın, gitmelisin." önüne bakarak söylemişti. Hiç mi dikkatini çekememişti? Morali bozuldu Minho'nun.

"Sizin yanınızda durmuyorum, sadece aynı yere gidiyoruz." diye diretti Minho. Şansını zorluyordu, biliyordu ama yine de inatlaştı.

Yanındaki yakışıklı onu dinlememişti bile. Sıradan ayrılıp ileriye gitti. En baştaki kişinin, -sanırım liderleriydi- kulağına bir şey fısıldayıp geri yerine geçti yakışıklı asker.

Minho hiçbir şey anlamayarak onları izliyordu. Yabancı yakışıklı yanına gelip eliyle onu itti. Üçlü sıra tekrar ikili bir sıraya dönmüştü. Minho itilmenin etkisiyle tabiri caizse yere yapıştı. Sinirle, yere düşen eşyalarını eline alırken arkalarından sövüyordu. Kralın torunu olduğunu, aslında saygıdeğer birisi olduğunu dışarı çıkarken gizlese de yine de gururunu incitmişti. Kimse Minho'ya böyle davranmazdı.

"Böyle yapmam beni daha da azdırdı." bağırarak sövmelerin arasından, utanmadan bunu da söyleyip arkasını dönmüştü. Sövmek onu bir nebze rahatlatırken içinde bir yerlede hırs vardı.

O gün istediği sonucu alamamış olsa da Lee Minho kendine güvenen ve istediğini elde eden birisiydi. Bunun kendisini üzmesine izin vermeden, hatta kötü de olsa iki ay sonraki ilk hamlesini yapmanın verdiği gururla sarayın yolunu tuttu.

♡♡♡

enayi minho✍🏼

selam arkadaslar!!

ilk yazma deneyimim degil ama ilk 'tamamlanan' bir kurgum olacak... bu yuzden hatalarim olabilir :'(
umarim yazim tarzim sizi sıkmaz ve duygulari iyi yansitabilirim

ve de, sizleri opuyorum🥺💕

still with you || minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin