♡♡♡Tarihi, strateji geliştirme ve benzeri konuları ele alan dersi yaklaşık bir saat önce bitmişti. Dersin çoğu bir kısmını dinlememişti, dersi sevmiyordu zaten. Sadece dün yaşanan olayı beyninde -sanki ezberlememiş gibi- tekrar tekrar oynatması bile sıkıcı dersin hemen bitmesini sağlamıştı.
Yapacak bir uğraş ararken elini sarayın duvarlarına sürterek yavaş adımlarla gezmeye başladı, Minho. Belini ortaya çıkaran, giydiği gotik tarzı kabarık beyaz gömlek, gömleğin yaka kısmında gümüş taşlarla süslenmiş broş ve ona uyumlu siyah pantolonuyla tam bir soyluydu. Her ne kadar akşamları köyleri dolaşıp, resim çizip kendi benliğini buluyorsa bir yanı da Minho'nun gelecekteki prens olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Minho sırtını dik tutup, kahküllerini eliyle yana çekip görebildiği kadarıyla bahçeye girdi. Saçları uzayıp gelirdi. Kıvırcık tutamlardan bir kısmını tutup elinde döndürdü. Bugün, nedense mutlu hissediyordu.
Sarayı turlaması yetmezmiş gibi şimdi de bahçeyi turlamayı hedef yapmıştı. Sorun şu ki, biraz daha böyle boş vakit geçirirse sıkıntıdan kendini balkondan aşağı sallandırmayı düşünüyordu ve gayet ciddiydi. Zaten, hem mutlu olup hem sıkıntıdan ölüp hem de aklında değişik fikirler bir tek Minho'dan çıkardı.
Ellerini çiçeklerin üzerinde gezdirirken papatyaların üstünde durdu ve bir tane papatyanın sapını düzgünce koparıp, kulağının arkasına yerleştirdi aceleci tavrıyla. Sıkıntısına bu bile çare değildi şu an, ki papatyayı çok severdi.
Gözleriyle bahçeyi taradı tekrardan, tam sıkıntıdan ağlamak üzereyken her gün aynı saatte gören aşkını gördü. Adımları hızlıydı. Saraya doğru gidiyordu. Havaya baktı, hava daha kararmamıştı bile. Neden burada olduğunu merak etti, üstelik de tekti.
Yanından hızlıca geçerken vücuduna baktı Minho. Geniş göğsü ve omuzları yüzünden kalp krizi geçireceğini düşündü. Yüzündeki sırıtmayla ayaklarını geri geldiği yöne çevirerek, bahçeden saraya giden yola kadar onu takip etti.
Üzerinde yine asker kıyafeti vardı. Yandan baktığı yetmezmiş gibi şimdi de gözleri kalçasına kayınca, aklıdaki düşünceleri kovmaya çalışarak arkasından saraya girdi.
Koridordan geçerken, bir hizmetlinin ona seslenmesi ile durdu Minho. İçinden küfretti. Önündeki asker bayağı bir yol kat ederken arkasından bakmakla yetindi ve başını hizmetliye çevirdi.
Ona sinirli bir şekilde bakan 'geleceğin prensine' karşı direkt konuşmaya geçti hizmetli, "Efendim, babanız sizi odasında çağırıyor." dedi ve hızlı bir şekilde önünde eğilip, bir iki adım geriye çıktı. Lee Minho'yu çocukluğundan beri tanıyorsa, biliyordu ki bu bakış ciddi anlamda iyi bir bakış değildi bu yüzden azar yemeyi göze almadan oradan uzaklaştı.
Minho derin bir nefes alıp sinirini yatıştırmaya çalıştı. Uzaklaşan askerin ters yönünde babasının yanına gitmek üzere yolunu değiştirdi.
Babasının yanına vardığında, kapıyı yavaşça çaldı. Prensin "Girebilirsin," komutunu aldıktan sonra kapıyı açarak odaya girdi. Kırkların ortasında olmasına rağmen hâlâ dinç duran babası masanın üzerinde birkaç kağıtlara bakıyordu.
"Beni çağırmışsınız efendim." dedi Minho. Eğilip eğilmemek arasında kalırken odada kimsenin olmaması üzerine eğilmekten vazgeçip direkt olarak babasının yüzüne baktı.
Prens Lee, oğluna bakarak gülümsedi ve "Evet," dedi. Sonra karşısındaki koltuğu işaret edip "Otursana." diyerek devam ettirdi konuşmasını.
Minho bir şey demeden yerine geçince babası sözüne devam etti, "Seni işlerime yardım etmek için çağırdım, artık kendini ciddi anlamda işlere vermelisin" dedi. Yine mi aynı konular diye düşünürken sessiz kaldı Minho. Ciddi anlamda ne prens olmak istiyordu ne de başka bir şey. Parada da mülkte de gözü yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
still with you || minsung
Fanfictionminho; gençliğinin ilk yıllarının verdiği cesaret ile yanlış zamanda, yanlış adama aşık olur. [09.09.22- 30.10.22]