3.Bölüm

94 5 2
                                    

Balo günü gelmişti, ama aklımda sadece geçen gün karşılaştığım, aslına bakılırsa beni kurtaran kişiyi düşünüyordum. O günden sonra defalarca rüyamda görmüştüm. Her şeyini o kadar net hatırlıyordum ki bir şeyin eksikliği içimde bir boşluk oluşturuyordu. Lanet olsun! Saçlarını görememiştim. Biri bana böyle bir şey söylese zekası eksik geri zekalı diyerek dalga geçerdim ama yaşayınca öyle olmadığını anlamıştım. Başına geçirdiği şapka saçlarının tamamını gizlemişti. Kendimce ona yakışacak saçlar türetiyordum. Kısa ve siyah? Belki. Sarı, uzun ve dalgalı? Asla! Ne yaparsam yapayım ona layık bir şey bulamıyordum.

Yakında görüşürüz. Sadece iki kelime benliğimi alt üst etmeye yetmişti. Onu bu kadar çok düşündüğüm için George'a karşı en ufak bir suçluluk duygusu hissetmiyordum. Belki biri bunu bilse bana dünyanın en bencil insanı diyecekti ama gerçek buydu.

"Olivia, Kristine seni bekliyor!" Annemin aşağı kattan çığlık atarcasına gelen sesi beni kurtar deme stiliydi. Ah, Kristine! Kim bilir neler söyleyip kapatamadın o çeneni.

"Hemen geliyorum!" Cevap verme tarzımın annemin çığlığından bir farkı yoktu.

Elbisemi kırıştırmamak için büyük bir çaba sarf edip merdivenlerden aşağı indim. Kuaföre uğrayacağımız için elbiseyi giymeyi tercih etmemiştim. Kristine sabırsızlığını belli etmek istercesine ayağını yere vuruyordu. 

"Ne kadar da oyalandın. Acele et, o kadar çok işimiz var ki!" Bu kız beni öldürecekti. Ciddi ciddi öldürecekti. Annemin yanağına bir öpücük kondurdum. "Görüşürüz anne, seni seviyorum." Endişeli gözlerle bize bakarak "Görüşürüz, kendinize dikkat edin." dedi.

"Petunia, bırak artık çocukları. Bugün onların günü." Babam neşeyle gülümseyerek yanımıza gelmişti. 

"Clyde, sen olmasan ne yaparız biz? Petunia bizi eve kilitlemeden gitmemiz gerekiyor." Babamın yanağına bir öpücük bırakan Kristine aynısını anneme de yaptıktan sonra kolumdan tutup beni adeta dışarı sürükledi. Evin kapısı tam olarak kapanmadan "Seni seviyorum, baba!" demeyi de ihmal etmedim.

Tam arabaya bineceğim sırada bir çift kol belime sarıldı. Kim olduğunu görmek için arkamı döndüğümde dünyalar tatlısı Elizabeth'le burun buruna geldim. Onu son bir haftadır görmemem hesaba katılırsa gereğinden fazla özlediğimi hissettim. Kollarımı bedenine dolayıp sıkıca sarıldım. "Elizabeth, çok özlettin kendini." sesim beş yaşındaki bir çocuktan farksızdı.


"Olivia, tatlım. Ben de seni çok özledim ama biliyorsun yapacak işlerim vardı." Elbette biliyordum, gitmeden önce söylemişti.

"Bir daha bu kadar uzun süreliğine gitme." Mızmızlanıyor muydum?

"Söz veriyorum bu sefer giden ben olmayacağım." Ne dediğini anlamak için zamana ihtiyacım vardı ama Elizabeth her zamanki gibi bu süreyi bana tanımadı. "Bu gece için senden birkaç söz almam gerekiyor tatlım."

"Ne sözü Elizabeth?" Hiçbir şey anlamadığımı daha önce söylemiş miydim?

"Ufak birkaç söz. Tutacağını bildiğim için telaş yapmıyorum." Yüzünde her zamanki sakin duruşu vardı. "Öncelikle tatlım, kesinlikle alkolü abartmamanı istiyorum. Bak, sana içme demiyorum. İç, fakat zihnin açık olsun." Durdu ve benden bir cevap bekledi. Bunun için miydi bana fark ettirmemeye çalıştığı bunca telaşı?

"Söz veriyorum. Ama itiraf etmem gerekirse çok daha büyük bir şey bekliyordum." Hafifçe gülümsedi. "Bu kadar değil. Ne olursa olsun okul sınırlarından dışarı çıkma. Balodan ayrılacağın zaman beni ara, hemen seni almaya gelirim."

ANORMALLERİN OKULUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin