Omzuna yattığım kişi her kimse binlerce kez teşekkür etmem gerekiyordu. Hem beni düşmekten kurtarmış hem de biraz da olsa uğultunun geçmesine yardımcı olmuştu. Pekala, belki uğultunun geçmesinin onunla bir alakası yoktu ama o şu an yanımdaydı ve eğer yanımda olmasaydı kafamı parçalayabilirdim.
Uğultu katlanılabilirdi. Yavaşça başımı yaşladığım omuzdan kaldırdım. Yüzümü ona çevirip binlerce kez teşekkür etmem gerekiyordu.
"Ben çok teşekkür ederim. Sen olmasaydın , hayatımın geri kalanında kafasız olarak yaşayabilirdim." Ona döndüğüm zaman en ufak bir tepki vermedi.
"İyi misin?" Sorabileceğim en saçma soruyu bulmuştım sanırım. Ondan bir cevap bekledim, ama gelmedi. Kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Çekinerek elimi ona uzattım. Biraz önce başımı yasladığım omzunu hafifçe sarstım. Başını benim ters yönüm olan bankın ucuna yaslamıştı. "Rahatsız mı ettim?" dedim hemen. "Özür dilerim." Kulaklarımdaki uğultuya aldırmadan ayağa kalkıp karşısına geçtim. Dizlerimin üzerine çöküp yüzünü ellerimin arasına aldım. Buz gibiydi ve bendeki etkisi iğrençti.
Ellerimin arasındaki yüzünü kendime doğru çevirdim. Bembeyaz gözleri ile bana bakıyordu. Gerçekten. Renksiz ve bembeyaz gözlerle. Ne olduğunu anlayamadan tiz bir çığlık sesi kulaklarımda yankılandı.
Öyle acı dolu bir çığlıktı ki bu insanın içini parçalıyordu. İçinde binbir türlü duygu barındırıyordu. Korku, öfke, merak ve acı...
Ve birden ağzımın üzerine kime ait olduğunu bilmediğim bir çift el kapandı. Çığlık durmuştu ve Tanrım, o ses bana aitti.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Karşımda hala bana bakmakta olan bembeyaz gözler, ağzımın üzerine kapanmış bir çift el...
Arkama dönmeye çalıştım. Bu sakinliğim beni bile korkutmuştu. Sahi kaç defa karşımda bir cesetle oturmuştum ki? Dönmeyi başardığımda gözlerimi ellerin sahibine çevirdim.
Yine o küçük ve kahverengi gözler. Yine upuzun, kıvrık kirpikler. Hayal görüyordum. Evet, kesinlikle hayal görüyordum.
Kısa süreliğine de olsa hayalimin tadını çıkarmaya çalıştım. Hemen arkamdaki cesedi umursamayarak hala ağzımın üzerinde olan ellere dokundum. Yavaşça, çok yavaşça. Birkaç saniye sonra ellerini önce ağzımın üzerinden, sonra da benim ellerimin arasından çekti. Bir hamle daha yapıp tekrar ellerini tutmaya çalıştım. Ama ben ne kadar yaklaşırsam o da o kadar uzaklaşıyordu.
"Bu benim hayalim. İstediğim şeyleri yapmakta özgür olabilmeliyi." dedim sinirle kaşlarımı çatarak.
Başını sağa doğru eğerek bana bakmaya başladı. Lanet olası kahverengi gözleri öldürücü bir güzelliğe sahipti. Düz bir çizgi şeklinde olan dudakları hafifçe aralandı. O aralamada bile top sakalının hareketini fark edebilmiştim.
"Biraz daha gülsene, gamzen var sanırım ve ben onu görmek istiyorum." Sola doğru kıvrılan dudakları kulağına kadar yaklaşmıştı. Çarpık gülümseme dedikleri bu olsa gerekti. Tanrım, o kadar güzeldi ki böylesine bir güzellik elbette gerçek olamazdı.
"Hayal gücüm sonsuzluğa erişmiş gibi. Mükemmelsin." Eğer gerçekten karşımda böyle bir genç olsaydı bu kelimeleri asla kuramazdım. Ama hayal görüyordum ve dediğim gibi bu anın tadını çıkarmam gerekiyordu.
"Hiç konuşmaz mısın sen?" Olivia artık susmalısın dedi iç sesim. Ve ben ne yaptım? Elbette onu umursamadım!
"Hayal gücüm lütfen izin ver de onun sesini duyayım." Sanırım düşündüğüm şeyleri dış sesimle ortaya dökmüştüm. Onu kaybetmekten ne kadar korksam da gözlerimi kapatıp dua etmeye başladım. "Sesini duymam karşılığında Kristine ile beraber bir sürü mağaza gezerim ve bir şeyler denerim. Tanrım, lütfen izin ver." Duamın gerçekleşmesi umuduyla gözlerimi açtım. Tabii bir taraftan da kahverengi gözün gitmemiş olmasını diliyordum. Ve işte yine o kahverengi gözler karşımdaydı.
"Konuşmamakta ısrarcı mısın?" Tam o sırada George'un bana seslenişini duydum. "Tanrım, lütfen George hayalimden uzak dursun." Kahverengi gözün bana attığı alaycı bakışlara bakarsak yine dış sesimi kullanmıştım.
Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı. Biçimli vücudunu saran deri ceketi ona ulaşılmaz havası veriyordu. Aferin sana Olivia, hayalinde bile ulaşılmaz erkeklere yer veriyorsun.
Kahverengi göz, arkamda hala bembeyaz gözlerle bana bakmakta olan ölü gencin yanına gidip diz çöktü. Tanrım, hemen yanımdaydı. Deri ceketi çıplak kollarıma sürtünüyordu. Ve kokusu... Daha önce binlerce kez aldığım bir kokuydu ve buram buram çevresine yayılıyordu. Bildiğimiz kahve kokuyordu ama bu başkaydı. Belki de onun üzerinde olduğu için bana öyle geliyordu ama gerçek buydu. Kokusu eşsizdi. Kahve kokusuna ek olarak bir de baharatımsı bir şeyler vardı sanki. Ama öyle evde anneniz yemek yaparken oluşan koku gibi değil. Eşine rastlanılmamış bir kokuydu bu.
Üzerinde parfüm olduğunu sanmıyordum. Çünkü ben parfümden nefret ederdim ve hey! Bu benim hayal dünyam. Burada parfüme yer yok.
Kahverengi göz bana dönüp birkaç saniye yüzüme baktı. Sonra birden bir şeyler hatırlamışçasına hafifçe kaşlarını çattı. Evet, tam burada mı ölüyordum ben?
Sağ elini kaldırıp istemsizce açmış olduğum gözlerimi kapattı. Şimdi her şey karanlıktı. o yoktu, gözleri yoktu, kokusu yoktu. Kokusu yok muydu? Olamaz! Aniden gözlerimi açtım. Gitmişti işte, kahverengi gözlü çocuk gitmişti.
"Lanet olsun Olivia, nerelerdesin?" George'un sesini duymamla gerçek dünyaya döndüğümü anladım. "Hem neden yerde oturuyorsun sen?" İstemeye istemeye cevap verdim. "Sıkılmıştım." Ona hayalimden bahsetmeye niyetim yoktu. "Sıkıldığın zaman bana haber verebilirdin. Hem tek başına çıkmamaış olurdun."
"George neler oluyor? Ben neredeyse her şeyi tek başına yapan biriyim. Bugünün bir özelliği mi var?" Uzun zamandır beraber olabilirdik ama bu bana karışabileceği anlamına gelmiyordu.
"Ben sadece on sekizine girerken yanında olmak istemiştim." Tanrım, gücendirmiştim. Gönlünü almak istercesine "George üzgünüm. Yani içerisi bana fazla boğucu geldi." dedim.
"Anlıyorum, bari bankın üzerine otursaydın." Bank mı? Tanrım! Beyaz gözlü çocuk hala oradaydı değil mi? Bir cesedin açıklamasını yapmak olduça zor olacaktı.
"Haydi gel, banka oturalım." George hala fark etmemişti. Oturduğum yerden kalkıp banka döndüm. Gitmişti. Bu nasıl olur demeye kalmadan hayal gücümün kahverengi gözlü çocuğu yanıma getirmeye çalıştığı bir oyun olduğunu kabullenmiştim bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANORMALLERİN OKULU
FantasyKaranlığın içinde bir karanlıktı o. Gökyüzünden benim dünyama düşen bir melekti. O melek bana aitti, kimseyle paylaşmak zorunda değildim. "Elini ver." Emredici ses tonuna itaat edip elimi uzattım. Görüntüler gerçekti. Yaşadığımız onca şey gerçekti...