Bütün gece kahverengi gözlü çocuğu düşündüm. Hala hayal gücümü nasıl çalıştırdığım hakkında bir fikrim yoktu. Ama bunu zaten iki kez başarmıştım, bir kez daha başarabilirdim değil mi?
Ve yine aklıma takılan şey saçları olmuştu. Şapkası geçen gün taktığının aynısıydı ve ben yine saçlarını görememiştim. Onu bir sonraki görüşümde saçlarına odaklansam iyi olacaktı. Çünkü saçları hariç her şeyini ezberlemiştim.
Onu bu kadar düşünmek bana yanlış gelmiyordu. George'a haksızlık edebiliyor olabilirdim ama hayallerime kimse karışamazdı.
Birden bire aklıma George'un beni ilk terk edişi geldi. İlk diyorum çünkü beni defalarca terk edip gitmişti. Pekala belki biraz abartıyor olabilirdim ama birkaç defa terk edilmiştim.
On dört yaşımda olan ilk terk edilişimde ağlayarak eve gitmiştim. Annem kapıyı açıp korkmuş gözlerle bana bakıyordu. "Olivia, ne oldu?" Bilmem kaç bininci kez sorduğu soruya cevabım her defasında daha fazla ağlamak oluyordu. Annem aniden sorunu anlamışçasına saçlarımı okşamaya başladı. "Bebeğim, Punky'lerin tüm sülalesi bu şekildedir. Merak etme sana geri dönecek söz veriyorum."
"Dönmeyecek anne." Ağlamam şiddetli bir krize dönmüştü.
"Olivia döneceğini biliyorum. O aileyi tanıyorum. Hem..." Ses tonu bir anda değişmişti. "O senin eteğinin altına ilişmedi değil mi?"
"Hayır anne, ilişmedi. Ama keşke ilişseydi." Onu şok edip etmediğimi görmek için hafifçe başımı kaldırdım. Burada yaşayan hiç kimse annem ve babamdan daha dindar olamazdı. Bana tokat atmasını beklerken saçlarımdaki elini yüzüme dokundurup okşamasına kaldığı yerden devam etti.
"Ah, tatlım, üzülme. Hiç kimse senden daha değerli değil. O senin ilk aşkın bile olsa karşına daha niceleri çıkacaktır. Ayrıca verdiğim sözü unutmuyorum, o sana geri dönecek ve benim akıllı kızım onu asla kabul etmeyecek."
Annemin söylediği şey olmuştu. Yani George hemen ertesi gün benden özür dilemişti ama ben annemi dinlemeyerek onu kabul etmiştim.
İşte aklıma gelen bu anı yüzünden George'ye karşı bir suçluluk duymuyordum. Kahverengi gözü bir daha ne zaman görebilirim düşüncesi beynimi kemirmeye devam ediyordu. Tıpkı bir fare gibi aklımın her köşesine tırnaklarını geçiriyordu.
Belki yine bir şeyler yapıp onu görebilirdim. Sorun sadece neler yapabileceğimi bulmaktı. Saat çoktan gecenin üçü olmasına rağmen yatağımdan kalkıp ses çıkarmamaya çalışarak evden dışarı çıktım. Lanet olsun, arabam hala kuaförün önündeydi. George balo çıkışı beni eve bırakırken arabamı da getireceğine söz vermişti. Belki de hala yoldaydı.
Gözlerimle etrafı tarayarak annemin arabasının biraz ileride olduğunu gördüm. Eve tekrar dönüp giriş kapısının önündeki saksıdan anahtarları aldım. Söz konusu annem olunca gerçekten neler yapabileceği oldukça tahmin edilebilirdi.
Arabayı çalıştırıp, gitmek istediğim yere Elizabeth'in evine doğru sürmeye başladım. Her ne kadar ona verdiğim sözlerin yarısını tutmuşta olsam o beni anlayıp bana destek olurdu.
Çok geçmeden Elizabeth'in evinin önündeydim. Arabayı en uygun yere park edip bahçeye girdim. Rengarenk çiçekler, yemyeşil çimenler... Alacakaranlıkta bile öylesine güzel görünüyorlardı ki...
Birkaç saniye kapıyı çalıp çalmamayı düşündüm, uyuyor olabilirdi. Ne olursa olsun dedim içimden bugün onunla konuşmam lazım.
İki kez tıklatmanın ardından kapı açıldı. Elizabeth üzerinde bugün gördüğüm kıyafetleriye bana bakıyordu. Uyumamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANORMALLERİN OKULU
FantasyKaranlığın içinde bir karanlıktı o. Gökyüzünden benim dünyama düşen bir melekti. O melek bana aitti, kimseyle paylaşmak zorunda değildim. "Elini ver." Emredici ses tonuna itaat edip elimi uzattım. Görüntüler gerçekti. Yaşadığımız onca şey gerçekti...