21

1.2K 113 202
                                    

'Rosé, bak ben bir yalan bulup Hara'nın odasına çıkacağım zaten. Sen hiç bir şey yapmayacaksın, ben yokken Namjoon'u oyalasan yeter.'

Namjoon'un evinin sokağında Rosé'yi ikna etmeye çalışmam ne kadar da ironikti. Buraya kadar gelmişken ve Rosé'le bu kadar uğraşmışken bir şey bulamadan dönersem çok üzüleceğim de bir o kadar kesindi. 

'Tamam ama ya aksi bir şey olursa' dedi gergin bir şekilde Rosé. Bu kadar gergin olmasını anlayabiliyordum çünkü en yakın arkadaşım benim aksime huzur ve stabilite seven, gizli saklı işlerden nefret eden 'normal' bir insandı.

Hiç bir şey olmayacağına dair klasik konuşmamı beşinci kez tekrarladıktan sonra Namjoon'un evinin kapısının önüne gelmiştik. İster istemez ben de heyecanlıydım ama belli etmemeye çalışarak kapıyı çaldım.

Bu eve gelebilmek için bahane aradığım sırada Namjoon'un annesini aradığım için annesi ve babasının evde olmadığı biliyordum. Açıkçası onların olmaması çok da işime gelmişti.

Çok geçmeden kapı açıldı ve şaşkınlık dolu yüzüyle Namjoon bizi karşıladı. 

'Kızlar!' 

'Ne işiniz var burada? Bir şey mi oldu?' 

Normalde olsa bu sorusuna ağır bir trip atabilirdim, evine gelmek için bir şey olması gerekiyor diyerek ancak son anda aslında küs olduğumuz aklıma geldi ve halimden çok da memnun değilmişim gibi bir tavır takınarak cevap verdim sorusuna.

'Annen aradı. İş için şehir dışına çıkmışlar senin de sakarlığın malum olduğu için seni kontrol edip, yiyecek bir şeyler hazırlamamızı rica etti' Yemek yapma teklifini Bayan Kim'e ben sunmuştum ancak bunu Namjoon'un bilmesine gerek yoktu bence.

'Seni mi aradı? Yanlış anlama Lisa ama sen yemek yapamıyorsun?' Şaşkınlıkla konuşan Namjoon'a göz devirdim.

Haklıydı ama bunu göz ardı ederek cevap verdim. 'Nereden biliyorsun? Çekil de sözümü tutup çıkayım bu evden bir an önce'

Namjoon'u itip direkt yerini zaten bildiğim mutfağa girmiştim. Rosé de sessiz bir şekilde arkamdan girmiş ve benden çok daha iyi yemek yapan biri olarak dolaptan birkaç şey çıkarmaya başlamıştı.

Namjoon da yanımızdayken beş on dakika yemek yapmıştık. Ardından da midemi üşüttüğüm için lavaboyu kullanıp kullanamayacağımı sorarak üst kata çıkmıştım. İşin rol kısmı tamamdı, şimdi ise o lanet günlüğü bulmam gerekiyordu.

Hızla Hara'nın odasına girdim. İlk birkaç dakika girdiğime pişman bile olmuştum çünkü kızın ölümünün üzerinden seneler geçmiş değil gibiydi odası. Ailesi ona çok büyük özlem duyuyor olmalıydı ki oda ilk günkü gibi duruyordu. 

Ölü bir kızın rengarenk ve hayat dolu odasını aramaya başladım. İlk bir kaç dakika bilindik yerlere baksam da bu odayı polisin de incelediğini, onların bulamadığı bir şeyin görünür bir yerde olmayacağını düşünerek daha kuytu köşelere baktım. Parkeleri bile inceleyip, akla gelebilecek her yere elimi sürttükten sonra günlüğün bu odada olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştım. 

Tam o anda ise mutfaktan bir şeyin yere düşüp kırılma sesi geldi. Bu Rosé'yle aramda olan bir şifreydi ve artık Namjoon'u oyalayamadığını birazdan yukarı çıkacağını anlatıyordu. O yüzden Hara'nın odasından çıkarak lavobaya attım kendimi. Çok geçmeden de Namjoon'un 'iyi misin?' diyen sesini duydum. Tahminimde yanılmamış olmanın mutluluğuyla dışarı doğru seslendim.

'İyiyim. Birazdan geleceğim yanınıza.' 

Namjoon aşağı inmişti; bense sadece lanet günlüğü düşünüyordum. Odasında değildi ve nereden olabileceğini bilmiyordum. Başladığım noktaya dönmek korkunç hissettiriyordu.

Voiceless Sounds -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin