41

838 81 189
                                    

'Ama sen her şeye değersin, Prenses'

Bu cümle aklımda dönüp duruyordu. Ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum.

'B-Benimle vakit geçirebilmek için mi Jungkook gibi davrandın?' 

Ona inanmakta zorluk çekiyordum çünkü o, hep öfkeli gördüğüm biriydi. Defalarca kez bana zarar vermiş ya da tehdit emişti ama şimdi benim için her şeyi yapabileceğini söylüyordu.

'Seni en son gördüğümde zeki bir kızdın' dedi yamuk bir gülümseme ve alay dolu bir tavırla. 

İşte şimdi az da olsa eski Alter'i gördüğümü düşünmüştüm. 

'Seninle hiç uğraşamayacağım.'

Göz devirip bulunduğumuz stüdyodan çıkmak için yürümeye başladım. Daha kapıya gelemeden Alter tarafından tutulmuştum bile. Beni kolumdan çekerek duvara yaslamış ardından da tam karşıma geçmişti. Çok yakınımdaydı ve aramızdaki bu mesafesizlik kalbimi daha da hızlandırıyordu. Onun yaptığı tek şey ise, nefesini hissedebileceğim bir mesafeden tam gözlerimin içine bakmaktı.  

Ondan korkuyordum. Yanında ister istemez geriliyor ve daha kötüsü Jungkook'a aşık biri olarak heyecanlanıyordum da. İki kişiye aynı anda hislerimin olmasının pek normal bir şey olmayacağını düşünürsek heyecanlanmamın sebebinden korkuyordum ve bu daha da geriyordu beni. Ondan da hislerimden de korkuyordum.

'Şimdi ne yapmalıyım?' dedi oldukça kısık bir sesle. 

'Seninle ne yapmalıyım, Prenses?' Bu sefer sesi çok daha kısık, hatta fısıltılı çıkmıştı. Sorusunu anlamıyordum. O ise beni ben konuşmadan anlıyormuş gibi söze girdi.

'Anlamıyorsun değil mi? Öneminin de hayatımızdaki yerinin de farkında değilsin dimi?'

'N-ne demek istiyorsun?' dedim içime kaçmış sesimle. 

Bıkkın bir nefes bıraktı aramıza ve hemen ardından biri eli saçına gitti, hafifçe geri itti tuttuğu tutamları. Ne yaparsa yapsın havalı görünüyordu. 

'Sana defalarca söyledim, prenses. Sen en başından beri geleceği belirleyecek olandın.'

'Ne yapabilirim böyleyse' diye bağırdım 'Ben Jungkook'a aşığım, onu seçtim ama şu an burada olan sensin. Düşündüğün kadar etkili değilmişim demek ki' 

Alter'in kafamı karıştırmasına ve kafamı karıştırdığı için kendime kızgındım. Kızgınlığım da sesimin düzeyine açıkça yansıyordu. 

'İşte bu yüzden soruyorum' diye bağırdı o da. Birbirimize bu kadar yakınken bağırmamız çok anlamsızdı belki ancak ikimizin de birbirimizden sinirini çıkarmaya ihtiyacı var gibi görünüyordu. En çok kendi kalbimizin kırılacağını bile bile karşımızdakinin kalbini kırmak istiyorduk.

'İşte bu yüzden. Senin onu seçtiğini bile bile ne yapacağımı soruyorum.' Yüksek sesi yüzünden biraz irkilmiştim  o ise bunu hissetmiş gibi kısık sesiyle konuşmaya devam etti.

'Ne yapmam gerektiğini biliyorum biliyor musun, prenses? Yapmam gereken senden kurtulmak.'

'Ne?' diyebildim zorlukla. Zaten hızlı atan kalbim daha da hızlanmıştı son söyledikleriyle.

Ufak, gerçeklikten uzak, alaycıl bir gülüş bahşetti bana. Bu gülüşün ne anlama geldiğini biliyordum.

'Niye şaşırıyorsun ki ben baştan beri sana zarar veren değil miyim? Tecavüzcülere, yalancılara, ihanet edenlere rağmen bu hikayenin şerefsizi ben değil miyim?'

Kırıldığımı hissettim. Böyle düşünmesini istemiyordum. Herkese ve her şeye bu kadar öfkeli olmasını istemiyordum ancak sanırım bir şeyi hep unutuyordum; o, öfkesinden besleniyordu.

Voiceless Sounds -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin