Saatlerdir ikimiz de sessizdik. Ben beni bağladığı yerde, o da yere çökmüş bir şekilde oturuyor, bulunduğumuz mekanın zeminini izliyorduk.
Kavga etmekten de bir şeyler için uğraşıp durmaktan da yorulmuştum. Ne kadar çırpınırsam o kadar derine battığım bir bataklıkta gibiydim. Üstelik çok uzun zamandır bu haldeydim.
Her şeyi boş verip şu an hayatımda olan herkesi hayatımdan çıkarmama ramak kalmıştı. Belki yurtdışına gidebilirdim; Paris hep yaşamak istediğim o büyülü şehirdi ama Amerika'da bir şehir seçmem dil açısından daha avantajlı olabilirdi. Tabii, yaşayacağım şehri seçmeden önce bu psikopatın elinden ölmeden kurtulmalıydım.
'Hey' dedim sesimin en net haliyle. 'Beni burada ne kadar tutacaksın?'
Alter, yerdeki gözlerini ağır ağır kaldırdı ve gözlerime dikti. Çok şey anlatıyordu belki ama ben anlamıyordum. Onu anlamak her zaman çok zordu ya da ben bu konuda çok beceriksizdim.
'Elimden gelse' dedi hırıltılı sesiyle ve sustu. Konuşmadım, cümlesini tamamlaması için ona zaman vermek istedim.
'Seni sonsuza kadar burada, bağlı bir şekilde tutardım, Prenses'
Sinirlenmiştim. Amacı neydi ya da ne yapmak istiyordu anlamıyordum. O ise sinirli ifademe bakıp yamuk bir şekilde gülümsedi. Benimle eğleniyordu.
'Bana böyle nefretle bakardın. Ben, bana beslediğin nefret yüzünden içten içe kahrolduğum için mutlu olamazdım. Mutlu olmadığım için seninle olabilirdim belki. Benimle sonsuza kadar kalırdın böylece, Prenses. Sence de güzel değil mi?'
'Güzel mi?' dedim şaşkınlıkla. Hayatımda duyduğum en kötü senaryoydu.
'Ama ne yazık ki sen bana ne kadar nefretle baksan da senin yanında kalabilecek kadar güçlü değilim.' Bir anda farklı bir ifadeye bürünmüştü. Az önceki alaylı hali kendini sinirli, nefret dolu haline bırakmıştı bile. Bu değişimini şaşkınlıkla izliyordum.
'Senden kurtulmam gerek, Prenses. Koca gözlerinin gözlerime değmemesi gerek'
'Kurtul o zaman!' diye bağırdım. Artık ondan korkmak istemiyordum. Sürekli benden kurtulmak istediğini söylüyor ama hiç bir şey yapmıyordu, sıkılmıştım. Neyin kararsızlığını yaşıyordu bilmiyordum ama yorulmuştum.
'Neden yapmıyorsun? Neden saçma salak aşk itiraflarını dinliyorum o zaman' diye bağırarak devam ettim. Söylediklerimin onu sinirlendireceğini biliyordum, belki de şu an yaptıklarım hiç akıl işi değildi ancak ben de akıl eşiğini çoktan geçmiştim zaten.
'Neden mi yapmıyorum? Aptal mısın Lisa!' Bana Lisa demişti, Prenses dememişti.
'Sikeyim, bunu anlamak bu kadar mı zor? Görmüyor musun halimi? Ne kadar arada kaldığımı?'
Bağırıyordu ama artık irkilmiyordum bile. Biri hislerimi kürtajla öldürmüş olabilir miydi?
'Ben öfkemden alıyorum ya gücümü, hep böyle söylerdin. Seninle olduğum her an, öyle siktiğim bir huzur doluyor ki içime' dedi kalbini göstererek, tam bu sırada gözlerimin içine bakıp duraklamıştı, yüzündeki acı dolu ifadesiyle nefesimin kesildiğini hissetmiştim.
'Bu huzuru sikmek istiyorum ama engel olamıyorum. Sana aşığım ama sen yasaklı bir elma gibi zehirliyorsun beni.' Kafasını iki yana sallayarak büyük bir üzüntüyle devam etti.
'Görmüyorsun ama senin yanında ölüm döşeğindeki bir hasta gibi can çekişiyorum. Gözlerine baktığım her an sanki ruhum ayak baş parmağımdan çıkmaya başlıyor. Çok değil iki dakika gözlerine baksam, sonsuza kadar yok olurum, Prenses. Dilediğimce öpmekten ya da elini tutmaktan bahsetmiyorum bile.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Voiceless Sounds -Liskook-
FanfictionÖnyargıların gölgesinde tanışan bir çift ve nefret dolu bir hikaye -TEXTİNG- bangtanpink #1 lisa #1 liskook #1 lizkook #1 lalisa #1 lisgguk #1 lisakook #1 blackpinklisa #1