"Eğer büyüyünce baban gibi birisi olursan seni gebertirim! Neden doğdun sanki. Neden... neden... neden..."
Çok sessizdi. Işık kısılmıştı. Yatakta rahat ve sıcacıktım. Ahhh... Gözlerimi açtım ve bir an için sakin ve dingin, değişik ve yabancı gelen odanın tadını çıkardım. Nerede olduğum konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Arkamdaki karyola başlığı kocaman bir güneş biçimindeydi. Tuhaf şekilde tanıdık gelmişti. Oda geniş ve havadardı.
Derin bir iç çektim, görünen oydu ki Urokodaki yine kıçımı kurtarmıştı. Allak bullak olmuş beynim yakın zamandaki görsel hatıraların arasında debeleniyordu...
Kafamı çevirdim ve gecenin güzelliğini bütünüyle yansıtan büyük camdan dışarı baktım.
Önceki gecenin bölük pörçük anıları yavaş yavaş üzerime çullan maya başladılar.
İçki içişim -ah, hayır. Yok onu es geçelim-
Telefon açışım -ah, siktir. O daha beter-
kusmam -pekala, tamam sussam daha iyi olucak sanırım-
Akemi ve sonra Urokodaki. Ah hayır. Yüzümü buruş turdum. Buraya geldiğimi hatırlamıyordum. Üzerimde tişörtüm ve iç çamaşırım vardı. Çorabım yoktu. Bekle çorabım nerde!?
Lanet olsun! Baş ucu komodinine baktım. Üzerinde bir bardak portakal suyu ve iki tablet duruyordu. Doğrulup tabletleri yuttum. Aslında , kendimi o kadar da kötü hissetmiyordum. Büyük olasılıkla olmam gerekenden çok daha iyiydim. Portakal suyunun ilahi bir tadı vardı. Susuzluğu giderici ve tazeleyiciydi. "Hmm..."
"Kendine geldin mi?"
"Ah!"
"Özür dilerim, korkutmak istememiştim." Sesi endişeli olduğu kadar da ruhsuz ve boğuktu.
"Nerdeyim ben?"
"Evimdesin."
"Öyle miyim?"
"Öylesin."
"Lanet olsun..."
"Nasıl hissediyorsun?"
"Olmam gerekenden iyi..."
Yatağın kenarına oturdu. Ve bütün Soğukkanlılığıyla.
"Sen bayılınca, seni dairene kadar götürerek arabamın deri döşemesini riske atmak istemedim. Bu yüzden seni buraya getirdim," dedi.
"Beni sen mi yatırdın ?"
"Evet." Yüzü ifadesizdi.
"Bir daha kustum mu?" Sesim daha da alçalmıştı.
"Yok."
"Beni sen mi soydun?" diye fısıldadım.
"Evet."
Ben öfkeden kıpkırmızı kesilirken kaşını oynattı .Utanç verici bir dehşet içinde dilim damağım kuruyarak, "söylediklerim hakkında..." diye geveledim, ama cümlemi tamamlayamadım. Özür dilemeyi kendime yedirtemiyordum, zoruma gidiyordu. Gözlerimi ellerime diktim.
"Siz beni kovmadan önce ben istifamı versem olur mu?"
"Ha?"
"Beni kovarsanız iş bulmam zorlaşır yani siz beni kovmadan ben yarın gelip istifamı versem."
"Bay Tomioka."
"Cidden bütün bir hafta bana karşı soğuktunuz ve ben kovulucağımı anlamıştım ama."
"Bay Tomioka, bir şey demeye-"
"Ve şu an burda bu haldeyiz, üzgün filan değilim hakettiniz çünkü. Ama yani kovmayın beni istifa verey-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi kuğu/Sabigiyuu
General FictionEn büyük hayali ünlü bir patenci olmak olan tasarım bölümü öğrencisi Tomioka Giyuu, asistan olarak çalışmaya başladığı şirketin patronu Urokodaki Sabito ile beklenmedik bir ilişkiye başlar. Bu ilişki ikisinin de hayatında büyük değişimlere sebep ola...