iyi okumalar:)<3VEGAS
Bir hayatın içinde yüzyıllar boyu kaldığınızda, birçok şeyin farkında olursunuz. Mesela, insanlara güvenilmemesi gerektiği ya da sahte sevgileriyle bizi kandırabilecekleri, aklım erdiği anda öğrendiğim ilk şeylerdi. Ve bir de şu kahrolası cadılar vardı tabi. Asırlar boyu milyarlarca insan tanımış, binlerce vampirle karşılaşmıştım. Ancak bir tane bile kendinden başkasını düşünen ya da ağzından güzel bir cümle çıkan cadı görmemiştim. Tanrı aşkına! Kan bağımlılığı da ne demek oluyordu?
1940'lı yıllarda, yaşlı bir cadı, her vampirin iradesini zorlayacak bir kanı olduğundan bahsetmişti. Siktirsin gitsin. Eğer birini arzularsam, kendimi durdurmazdım. Pekâlâ, insanlar fani canlılardır. Bugün sahip oldukları yaşamı, yarın bulma gibi bir şansları yoktu ama ben öyle değildim. Bugün 21 yaşında olduğum gibi, 600 yıl önce de 21 yaşındaydım. Yaşlanmıyordum, hasta olmuyordum, eskimiyordum. Ve hal buyken, neden ölümlü birilerini bu kadar önemseyeyim ki? Arzula, becer ve öldür. Kimin umurunda?
Bugüne kadar, tadına baktığım hiçbir insanın kokusuyla ilgilenmemiştim. Kinn, benim zevklerine odaklı bir piç olduğumu söylerdi, haklıydı belki de. Beni tatmin ediyorsa, gerisinin bir önemi yoktu. Ona kadar. Onu görene kadar.
'Ahh, şu kahrolası cadılar!'
Pete.
Pekâlâ, vampirlerin bir kokusu olmazdı. Değişim sırasında insanlıkla birlikte veda ettiğimiz bir özelliğimiz de, kokumuzdu. Saçlarım, her genç erkek gibi bakımlı ve yumuşak görünürdü ancak uygulanan hiçbir şampuanın, kremin ya da losyonun kokusu kalmazdı. Vücudum, bir insandan farksızdı. Sadece daha sert ve daha soğuktum. Ama Pete. Onu fakültede gördüğüm ilk gün. Tanrım, arzularımızı dizginlemek dünyanın en boktan şeyiydi.
Yaklaşamıyordum. Dokunamıyordum. Beyaz tenine dokunmanın nasıl bir his olduğunu ve damarlarında dolaşan o sıvının tadını deli gibi merak ediyordum. Günün bazı zamanlarında en üst kattaki, öğrenci dolaplarının olduğu koridora gidiyordu. Okulun en sessiz, en karanlık ve birilerini öldürmeye en müsait olan koridoruna tek başına korkusuzca gidiyordu. Tanhkun. Kardeşim, sana en çok bu zamanlarda küfrediyorum.
Dolabın kenarına yaslanmış kendimi karanlığın içinde saklarken, onu üzerime çekmemek için kendimle verdiğim savaşlarım takdire şayandı. Hareketleri sanki bana inat yapıyor gibi yavaş olurdu. Alt tarafı kırk dakikalık ders için, kapağını bile açması gerekmeyecek bir kitabı orada dikilir, dakikalarca incelerdi. Bir gün, sınıfta hocanın bilmediği için azarladığı bir konuyu sinirle tekrarlarken, parmaklarındaki kalemi yüzünde dolaştırmıştı. Kurşun kalemin ucunu yanağına, çenesine ve dudaklarının üzerine sürterken, bu yaptığının farkında bile değildi. Tüm dikkati elindeki kitaptaydı. Bir an için ahşap kalemi dudaklarının arasına alıp dişlediğinde vücudumdan bir şeylerin akıp gittiğini hissetmiştim.
O gün, kendimle yaşadığım savaşı kaybetmekten korktuğum tek gündü. Onu dolaba yaslayıp, saatlerce becermemek için beni neyin durdurduğunu bile bilmiyordum. Tamam, dürüst olacağım. Kendimden geçmiş bir halde ona doğru attığım ilk adımımda beni olduğum yere geri iten şey, lanet olası arkadaşlarından biriydi. Tay yanına gelmişti.
Ve kararımı vermiştim. Pete'e yaklaşacaktım. Ona dokunacaktım ve ona istediğim her şeyi yapacaktım. Bunun için önce kiminle savaşmam gerektiğini çok iyi biliyordum ancak onu neyin ikna edeceğini de biliyordum. Bana kendimi değiştirmem gerektiği hakkında bir dizi zırvalık yapacaktı. Pekâlâ, bunu deneyebilirdim.