Selamun aleyküm arkadaşlar. Biliyorum sizleri çok çok beklettim, söyleyecek sözüm yok. Vaha severek başladığım bir hikayeydi. İlk bölümler öyle güzel ilerledi ki kendiliğinden aktı cümlelerim. Son iki bölümdür tıkanıp kaldım adeta. Bu bölümü kaç defa sıfırdan yazıp sildim hatırlamıyorum. Kafamın içi öyle dolu ki asla toparlayamadım. Bir taraftan derslerimin yoğunluğu ile cebelleşiyorum, diğer taraftan tamamlanmış hikayelerimi düzenlemeye çalışıyorum ve en büyük sorumluluğum ailenin en büyük evladıyım. bu hepsinden büyük sorumluluk istiyor.
Bu zamana kadar beni asla zorlamadınız, hakaretlerinizi işitmedim, severek benim yanımda olduğunuzu biliyorum. Bende sizleri seviyorum. Az ama öz bir topluluğuz, iyi ki varsınız. Yeni bölüm ne zamana gelir bilmiyorum, ruh halime göre ilerleyeceğiz galiba. İyi bir motivasyon bulabilirsem erken yazıp yayınlamaya çalışacağım. O zamana kadar Allah'a emanet olun ;)
-------------------------------
Kendinden emin ve bir o kadar da tereddüt dolu bakışlarını üzerimde hissederken ona bakmamak için üstün bir çaba sarf ediyordum. İki gündür canla başla onunla savaşıyordum adeta. Kırgınlığım gün geçtikçe daha çok can yakıyordu. En çok benim canımı yakıyordu. Son günlerde fark etmiştim ki ben fazlasıyla kırgın ve gücenmiş bir kız çocuğundan fazlası değildim.
Ellerine sarıldığım, kokusuna hayran olduğum adamın yanında olmayan değerime, kalbinde yer etmeyen, aşkıma kırgındım. Ona kırgındım, gücenmiştim ama tüm bunlara hakkım olup olmadığını bile bilmiyordum, belirsizlik içinde kaybolmuştum. Karanlığın içinde kaybolan bir kül tanesi gibi kalakalmıştım.
"Benimle ne zaman konuşacaksın?" derken nişanın yapılacağı salona yaklaşmıştık. Ona bakmak istemedim. Bakarsam ona olan kırgınlığım saman alevi gibi ansızın bitecek diye korktum. Bir tarafım çektiğim acıyı çeksin istiyor ama diğer tarafım tek bir hücresine kıyamıyordu. Ayağına taş değecek diye aklım çıkıyordu. Bu kadar çok sevmek, bu kadar kıyamamak akıl alacak gibi değildi. İnsanı nefessiz bırakıyordu.
"Seninle zaten konuşuyorum"
"Sen buna konuşmak mı diyorsun? Benimle konuşmuyorsun, benim yüzüme bile bakmıyorsun. Senden bir şans daha istedim ama yaptıklarımı görmezden gelirken nasıl affettireceğim ben kendimi sana?"sitemine karşılık ona çevirdim bakışlarımı. Yine içim gitti göz göze gelince. Bir anlamı yoktu dalgınlığımın.
"Kapıdan kovsam bacadan gireceğini söylüyordun ne oldu baca dar mı geldi?"derken kirpikleri titredi. Parmakları direksiyonu sıkarken gözleri ara sıra yüzümü tarıyordu. Son sapağa da döndüğümüzde viteste duran eli çantamı tutan elimi kavradı. Bu girişime uzun zaman önce beklemiştim ama şimdiye kısmet olmuştu. Ben tutmadan o tutmazdı elimi, ben aramazsam aramazdı ki beni.
"Bacanın kapısını kapatmışsın güzelim. Ne olur bana yardım et. Ben cahil adamın tekiyim bacanın yolunu bulamamış da olabilirim" derken göz kırpmayı ihmal etmedi. Kalbimde uçmaya hazır muhabbet kuşlarım kanatlarını çırpmaya başladı hemen. Bir tatlı söze, bir hoş tebessüme kanıyordu küçük kalbim.
"Peşimden koşman hoşuma gidiyordu böyle olunca bocaladım demiyorsun da" tebessümümü silip yolu izlemeye devam ettim. O ise beni çoktan görmüş olmalıydı ki sesi keyifli gelmeye başladı.
"Peşinden koşmaya niyetliyim ama sen izin vermiyorsun ki" konuyu değiştirdiğinde gözlerimi devirdim. Yine suçlu taraf ben olmuştum. Ben bu ilişkide hem seven, hem de sevdiği için daima suçlu olacak olan taraftım. Salonun önüne geldiğimizde uygun bir park alanı bulup aracını park etti. İnmek için kemerimi çıkardığım sırada elini uzatıp durdurdu beni. Parmaklarımız temas ettiğinde içim ürperdi, hoş bir sıcaklık kapladı tenimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAHA
RomanceSevgili dünlük; Sessizliği ile kulakları sağır eden, bir Vaha'ya vuruldum. -------------------- Sen; Ender rastlanan bir vakâsın Yüreğimin vahasında Bense; Bu sevdanın kırlangıcı,kumdan kalesi, Kirazdan küpesi...