-12-

50 9 0
                                    


-12-







Kafamı yastığa yasladığımda, yattığım yerden şöminenin önündeki yastıklarda uyuyan köpekleri rahat bir şekilde görebiliyordum. Gecenin karanlığında hepsi huzurlu uykunun kollarına kendilerini bırakmışlardı. O an için kıskançlıkla midem düğümlendi. Bu kadar rahat ve dertsiz uyumalarına özendim. En son ne zaman böyle bir uyku aldığımı hatırlamıyordum bile ama yine de denemekten vazgeçmiyordum. Gözlerimi kapatarak kendimi uymaya zorladım. Her gece olan şeyler tekrar edecekti. Uyumaya çalışacaktım ve aradan bir saat bile geçmeden kâbuslarımdan biri beni uyandıracak ve geri uykuya dönemeyecektim. Her seferinde bu sefer farklı olacak diyerek girdiğim yatak beni hayal kırıklığına uğratmaya devam edecekti.

Yine aynı şeylerin beni beklediğini bilerek uyuduğumda ilk defa kâbuslarım bana farklı hissettirdi.

Üşüyordum. Ayaklarımın altında batan taşları hissediyordum. Gözlerimi hafifçe araladığımda boş bir yolda yürüyordum. Arkamdan bir erkek geyik beni takip ediyordu. Büyüktü, boynuzları düzgün bir şekilde arkaya kıvrılmıştı ve tüyleri gecenin karanlığında bile parlıyordu. Çok güzel bir geyikti. Bana yaklaşarak koluma vuruyor ve yürümeye devam etmemi emrediyordu. Bir süre öylece hiç düşünmeden yürümeye devam ettim. Zaten istemesem de o an için düşünmek bile oldukça zor ve karmaşık bir şeymiş gibi görünüyordu.

Bu sessiz ortamı bozan ileriden gelen, o an için anlamadığım gürültülü sesle kaşlarımı çattım. Gözlerime yansıyan kırmızı ve mavi ışık ellerimle kendimi korumama neden olsa da pek faydası olmamıştı. Neler olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Vücudum soğuktan donmak üzereydi. Gecenin bir köründe, üstümde yatağa girmeden önce giydiğim mavi boxer ve beyaz tişört ile boş bir yolda dikiliyorum. Ayaklarımın altındaki yanma hissi kendini daha yeni belli etmeye başladı.

Mavi ve kırmızı ışığın kaynağı olan polis arabası yakınımda durduğunda içeriden iki polis memuru çıkmıştı. Yüzlerinde oluşan garip bakış için onları yadırgayamazdım. Şu an ben bile kendimi deli gibi görüyordum. Sarışın ve diğerine göre daha fazla yaşı olan polis nazik bir ses tonuyla, "Kayıp mı oldunuz?" diye sorduğunda yavaşça başımı iki yana salladım. Hala buraya nasıl geldiğimi sorguluyordum. Kaşlarımı çatarak bulunduğum yerde gözlerimi gezdirirken boğazımda sanki bir şey tıkalıydı. Yutkunamıyor ve konuşamıyordum. Diğeriyle kısa bir an bakıştıktan sonra tekrar aynı polis bana yaklaşmadan önce bu sefer "Adınız ne?" diye sordu. Birkaç saniye daha kendime zaman tanıyarak derin nefes aldım. Eskisine göre biraz daha kendime geldiğimde ismimi söyleyebilmiştim.

"Nerede olduğunuzu biliyor musunuz Bay Jeon?"

"Hayır..."

"Eviniz nerede?"

Kısaca nerede oturduğumu söylediğimde bakışları arkamda bir yere takılı kaldığında kalbim bir an için daha hızlı çarpmaya başladı. Erkek geyik...

"O sizin mi?" Polis memuru parmağıyla işaret ederek gösterdiğinde tereddüt ederek arkama baktım. Rahat bir nefesle göğsümü şişirirken yüzümde yorgun, hafif bir gülümseme oluşmuştu. Winston arkamda duruyordu. Buraya kadar beni takip etmiş olmalıydı. Winston'ı kucağıma aldığımda polis memurları bizi arabaya bindirdi. Üstümüze kalın battaniye verdiklerinde vücudumun soğukluğunu bir kez daha hissettim. Winston'ın da benden farkı yoktu. Onu iyice göğsüme bastırarak battaniyeye sararken olabildiğince çabucak ısıtmaya çalıştım. İri gözlerini endişeyle bana çevirirken yanağımı yalamaya çalışıyordu.

"Geçmişte uyurgezerlik probleminiz var mıydı?"

Dikiz aynasından bu sefer diğer polis bana baktığında, bakışlarımı kaçırarak camdan dışarıya doğru çevirdim. Yolun akışı hızlı trendeymiş gibi gelip geçerken, "Şu an da bile uyanık olup olmadığımdan emin değilim," diye mırıldanmıştım. Elim Winston'ın tüylerini okşuyor ve korkmamamı sağlıyordu.

𝙏𝙧𝙤𝙢𝙥𝙚 𝙇'𝙤𝙚𝙞𝙡Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin