-23-

46 8 0
                                    


-23-






Anahtarı deliğe yerleştirip kapıyı açtığımda beni ilk karşılayan sadık arkadaşlarım olmuştu. Hepsi üstüme doğru çullanıp ayaklarımın dibinde dans ederken, kapıyı daha çok açarak dışarı çıkmalarına izin verdim. Gözlerim mutfağa yöneldiğinde, sırtını tezgâha dayamış ve kollarını da göğsünde birleştirmişken gülümseyerek beni izliyordun. "Sonunda gelebildin," dedin seni fark ettiğimi görünce. Sesin de aynı yüzün gibi sakin ve rahattı. Üstünde son zamanlarda ki gibi yarım kollu, rahat tişört ve altında da siyah eşofman vardı ve büyük ihtimalle alt bana aitti. O an uzun zamandır hiç düşünmediğim bir düşünce zihnimde yankılandı.

Artık takım elbise giymiyor, ofisine uğramıyordun. Hastalarına ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama bazen evine uğrasan bile çok kısa sürüyor ve geri benim küçük ormanlık evime geliyordun. Ortada bir gerçek vardı ki Namjoon haklıydı, ikimiz de gerekenden fazla kendimizi kaptırmış ve frene basılı kalmıştık. Namjoon bana tam olarak güvenmiyordu, şu an kollarının arasında ve sıcak teninle buluşurken ben de kendime güvenmiyordum. Kendime güvenmemek kendimden vazgeçtiğim ilk şeydi ve bu kabul edilemezdi. Senin kötü bir adam olduğunu en iyi bilen kişi bendim, senin neler yaptığını ve neler yapabileceğinin farkındaydım ama buna rağmen yanında bu kadar güvende hissetmek tüm devrelerimi alt üst ediyordu. Bana ihtiyacı olan sendin, benim sana ihtiyacım yoktu ama buna rağmen neden öyleymiş gibi durmuyordu?

Hayatımda ki yerini o kadar çabuk ve kolay kabullenmişim ki; bir gün her şeyi ortaya çıkardığımda, seni parmaklıkların arkasına gönderdiğimde ne yapacağımı bilmiyordum. Bu çok korkutucu biliyor musun? Ben daha hiç kimseye karşı böyle hissetmemiştim. Hiçbirine bu kadar bağlanmamıştım. Karnımın hemen altındaki gergin sancılar çok yakında senden uzaklaşmam gerektiğinin sinyalini veriyor. Mina kulağıma hemen kendimi bu karmaşadan kurtarmamı fısıldıyor, Namjoon ise hemen bu işi bitirmemi emrediyor. Kendime sıraladığım yalanlar artık bir fayda etmiyordu. Bu işi daha fazla uzatmamın yersiz olduğunu herkes içten içe biliyor ama yine de yüzüme karşı bunu söyleyemiyorlardı. Belki de uyanmamdan korkuyorlardı, belki de bir zehir gibi tüm vücuduma işleyen bu hastalığı görmemi istemiyorlardı. Ne kadar kör ve habersiz olursam o kadar işlerine yarardım. Olması gereken de buydu. Ben bile bu zehrin gezindiği yolları takip etmek istemiyordum. Onun bıraktığı belirtileri hissetmeme rağmen görmezden gelmeye ve hiç hasta değilmişim gibi davranmaya çalışmam bu yüzdendi.

Ama sen, Taehyung, zehrin bile o kadar güçlü ve karanlık ki her geçen gün daha çok yalpalıyorum. Bir güç ayağım burkulacak ve düşeceğim biliyorum ve buna rağmen ilerlemeye devam ediyorum. Sen de böyle mi hissediyorsun? Sürekli yanımda dururken, tenimi tıpkı beyaz bir tuval gibi kendi renklerinle doldurup iz bırakmaya devam ederken, bir gün düşeceğini biliyor musun? Gözlerine baktığımda oradaki korkuyu görebiliyordum ama hala o korkunun hangimiz için olduğunu bilmiyorum. Söylesene bana, kendin için mi korkuyorsun her şeye rağmen yanımda durduğundan, yoksa benim için mi her şeye rağmen yanında durduğumdan.

"Neden yemiyorsun?"

Bakışlarımı yavaşça tabaktan kaldırıp masanın diğer tarafında oturan sana çevirdim. Dikkatli bakışların altında nedense bugün daha çok geriliyordum. Omuz silkerek cevap verdiğimde kaşlarını çattın. "Güzel olmamış mı?" diye sordun tereddütle. İkimiz de yemek konusunda ne kadar iyi olduğunu ve benim onları ne kadar lezzetli bulduğumu biliyorduk, bu yüzden ilk defa kendinden şüphe edermiş gibi kısa bir an kendi tabağına ve bana baktın.

Gülümsemeye çalışarak, "Hayır... yemek lezzetli," diye mırıldandım. Çatalımla hala amaçsız bir şekilde oynuyordum. "Sadece iştahım yok, sanırım bu sefer pas geçeceğim."

𝙏𝙧𝙤𝙢𝙥𝙚 𝙇'𝙤𝙚𝙞𝙡Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin