Bir çığlıkla uyandım yine. Yattığım yerden doğruldum. Her defasında olduğu gibi Pars'ı aradı gözlerim. Bir haftadır ya bu çığlıklarla, ya da onun yattığı yerde uyanıyordum. Hala alışamamıştım yokluğuna. Gittiğinden beri paramparça olmuştum. Onun arkasından hayatta kalan bir enkazdım. O olmadan aldığım her nefes, ruhsuz bir bedende hayatta olduğumun göstergesiydi sadece.
Biz bir elmanın yarısı değil, bir ruhu paylaşan iki bedendik. O gitti. Geriye ne kaldı peki?
Gözyaşlarım günlük rutini tekrarlayıp akmaya başlamıştı yine. Yorganın içine girdim. Cenin pozisyonuna geçip, ağlamamın dinmesini bekledim. Ruhsuzlaşmıştım. Ses dahi çıkaracak derman bulamıyordum kendimde. İçimdeki acıyı dışarı vuramıyordum. Usulca ağlıyordum sadece, gözlerim duvara takılı.
Aradan kaç dakika geçti bilmiyordum, biraz daha uyumuşum. Tekrar uyandığımda saat 07:10'u gösteriyordu. Bu kadar uyku bile çoktu aslında. Hiç gücüm yoktu ama kendimi kalkmaya zorladım. Ağır adımlarla banyonun yolunu tuttum. Aynaya bakmadan lavaboya eğildim. Elimi yüzümü yıkadım. Her şeyi unutmak istercesine bu işlemi uzattım. Musluğu kapattım ve yavaşça başımı kaldırdım. Bir yabancıyla karşılaştım. Bu ben değildim.
Bu, Pars'ın Hera'sı değildi.
Karşımda resmen bir çöküntü durmuş bana bakıyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş, gözaltları çıkmış bir çöküntü. Gözlerim belli olmuyordu bile. Yüzüm kızarıktı. Yanaklarım ve burnumda kırmızı benekler vardı. Dudaklarım ağlamaktan şişmişti. Daha da dikkatli baktım bu manzaraya. Bu benim sınavım mıydı? Ama bu çok ağırdı. Ben başladığı anda yenilmiştim zaten.
'' Aynanın karşısına geçtim. Yüzüm yine domatese dönmüştü. Aptal, yine beni utandıracak şeyler söylemiş, daha fazlasını yapmasına izin vermeden kendimi banyoya atmıştım. Eğildim ve elimi yüzümü yıkamaya başladım. Birazcık utangaç olmak benim suçum mu? Ben böyleydim. O da zaten bunu gayet iyi biliyor, bunu çok iyi şekilde kullanıyordu. Bundan çok büyük bir haz alarak beni utandırmayı kendine bir görev bilmişti. Hoşuna gidiyordu beyefendinin bu durum. Belime dolanan kollarla ne kadardır suyla uğraştığımı bilmeden kaldırdım kafamı. Gözlerimiz buluştu aynada. Hala gülümsüyordu. Ama bu alaydan çok, anlayışlı bir gülümsemeydi. Başını boynuma gömdü ve kokumu içine çekti. Bu sahne muhteşemdi. Hep bu şekilde kalabilirdim.
Üzerinde siyah, beli düşük bir eşofman ve yine siyah bir tişört vardı. Siyahların adamı Pars. Saçları uykudan yeni uyandığını belli edercesine dağınıktı. Ama bu haliyle de ayrı bir çekiciydi. Benim üzerimde de siyah bir şort ve mor bir tişört vardı. O mükemmelliğin yanında ne kadar sönük durduğumu bilsem de, bu görüntüde çok uyumlu olduğumuzu, sanki birbirimiz için yaratıldığımızı düşündüm. Pars'ın başı hala boyun girintimde, mırıltılar çıkardı. Yavru bir aslan gibiydi. Evet, şu an yavru bir aslandı benim gözümde.
''Kokun...'' dedi ve sustu.
''Kokun sanki beni cehennemden cennete çekiyor ve sen de cennetteki bir huri gibisin Hera'm.'' Diye devam ettiğinde, dudaklarını boynumda hissettim.
''Burası benim.'' Dedi. Göz kapaklarım bu durumdan haz duyarcasına kapanmıştı farkında olmadan. Aşağılara inmeye başladı dudaklarını çekmeden. Öpmüyordu, dudaklarını sürterek iniyordu sadece. Karnımda duran elleri de hareketlenmişti. İç çektim. Derin bir iç çekişti bu. Tüylerim ürperdi. 'Midemde kelebekler uçuştu' tabiri bu durumda ve Pars'ın dokunuşlarından sonra az kalırdı. Bu his, her duygudan farklıydı. Dudakları omzumda durdu.
''Her şeyinle bana aitsin, güzelim.''
Omzuma 'Parsça' bir öpücük kondurdu ve benden ayrıldı. ''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRIÇA'NIN ÖLÜM DANSI
ChickLitİnsanların karşılaştıkları bir takım zorluklar hatta engeller vardır hayatında.Ve bu engelleri aşmak için verdikleri mücadeleler.Belki de bu,hayatın bize vermiş olduğu bir oyundur.Bu oyunda kimileri kazanır,kimileri yenilir. Ben de bir oyunun içinde...