2.BÖLÜM

1.1K 23 4
                                    

Mezarlıktan çıktığımda yağmur hızını epey artırmış, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Eve koşarak gelmeme rağmen sırılsıklam olmuştum. Aslında bir arabam vardı fakat bir haftadır ona elimi sürmemiştim. O kazadan sonra da araba kullanmayı düşünmüyordum zaten.


10.03.2015


'' Telefonuma gelen çağrı sesiyle yerimden kalktım ve telefona doğru ilerledim. Ekranda Pars'ın adını gördüm ve 'cevapla'ya bastım. Pars, her zamanki gibi hal hatır sormadan; ''Hazırlan, bir saate seni alacağım, güzelim.'' dedi.

İtiraz hakkı vermeden telefonu kapattı. Aceleyle üst kata çıkan merdivenleri tırmandım. Koridorun sonundaki odaya yönlendirdim aceleci ayaklarımı. Odaya girdiğimde hızlıca üzerimdeki pijamaları çıkardım. Evde kaldığım günlerde genelde pijamalarım üstüme yapışmış olur. Dolabın kapağını açtığımda sıkıntıyla ofladım. Şimdi ne giyeceğim ben? Nereye gideceğimizi söyleseydin bari Pars! Koşarak alt kata geri döndüm ve telefonumu elime aldım. Mesaj bölümünü açtım ve yazmaya başladım.

Kime:Ukala

''Nereye gideceğimizi söyleseydin bari?''

Telefonu elimde çevirerek Pars'tan gelecek mesajı beklemeye başladım. İki dakika dolmadan telefonum titredi.

Kimden:Ukala

''Hazırlan güzelim, ne giydiğinin önemi yok. Ama bir şeyler giymeyi de unutma.''

Yüzümde kocaman bir sırıtışla koşarak odamıza geri döndüm. Tekrar dolabın önüne geçtiğimde pek de umursamadan elime siyah dar kotumu ve üzerine de beyaz bir tişört ve deri ceketimi alıp hızlıca giyindim. Spor ve siyah kombini her zaman en sevdiğim olduğundan seçerken hiç tereddüt etmemiştim. Saçlarımı serbest bıraktım. Pars da böyle severdi zaten. Hafif makyajımı da yaptıktan sonra hazırdım işte. Benim hazırlığım da bu kadar olur zaten. Telefonumun saatine baktığımda daha yarım saat olduğunu gördüm ve bekleyecek olmanın hayal kırıklığıyla tekrar alt kata inip, zaman öldürmek için salonumuzun güzel manzarasını görecek şekilde duran koltuğa oturdum ve koltuğun yanındaki cam sehpanın üzerinde duran kitabımı elime alıp okumaya başladım.

Nasıl geçtiğini anlamadığım yarım saatin sonunda korna sesini duyduğumda kitabımı eski yerine bırakıp, hızlıca kapının yanındaki siyah rengiyle mobilyalara uyum sağlayan dolaba yöneldim. Siyah renginden vazgeçemediğimden, yine siyah ve zımbalı çantamı omzuma takıp, siyah süpergalarımı giydim.

Dışarı çıkıp kapıyı kapattığımda siyah-mat Audi R8'i, kaputa yaslanmış ve sigarasını içen bir Pars gördüm. Evet, zengindi, benim ailemin de olduğu gibi. Ve fazlasıyla da karizmatik. Onun yanında sönük kaldığıma her şeyim pahasına iddiaya girerim. Şaşırmayın, Pars Ilgar'dan bahsediyoruz.

Pars'a doğru ilerledim ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Sigarasını yere atıp ayağını ucuyla ezdi. Bana ''dalga mı geçiyorsun?'' der gibi baktı.

''Bu öpücük konusunda hala anlaşamadık galiba, sayın tanrıça.''

Hala alışamadığım bu konuşma sonucunda yanaklarım ısınmaya başladığında arkamı dönüp arabanın sağ kapısına yöneldim ve ön koltuğa kuruldum. Pars'ın hala dışarıda kaputa yaslanmış halde durduğunu görünce arkamdan gözlerini devirdiğine bahse girebilirdim.

Eliyle saçlarını karıştırdı, arabaya bindi ve bana o klasik ''ukala Pars'' bakışlarını gönderdi. Omuzlarımı silktim ve ona sevimli olmasını dilediğim yavru kedi bakışlarımdan birini yolladım. Arabayı çalıştırdı. O da artık sırıtıyordu. Cidden bu çocuğun hala benim gibi biriyle takılması bu hayatta her şeyin olabileceğinin en açık kanıtı gibiydi.

Yaklaşık 10 dakikadır sessiz bir yolculuk yapıyorduk. Ne o tek kelime ediyordu, ne de ben. Ben hala nereye gideceğimizi bilmiyorken, o kararlı ve hızlı bir şekilde ilerliyordu bu ıssız yolda.

Hava kararmıştı. Kafamı ona çevirip başımı koltuğa yasladım. Bakışlarım, önce sakallarında takılı kaldı. Biraz uzamışlardı. Pürüzsüz yüzünde uzayan sakalları, onu daha da kusursuz kılıyordu.

Bana 'tanrıça' diyordu ki bu ismimden kaynaklanıyordu. Bana zaten çok nadir 'Hera' diye hitap ediyordu. Bunu da daha çok 'Hera'm' olarak kullanırdı. Onun dışında kullandığı kelime 'güzelim'di. Her cümlesinde bunu kullanmak alışkanlığıydı. Onun ağzından bunu duymak her zaman hoşuma gidiyordu zaten. Ama bilmiyordu ki onun güzelliği tanrıçaları bile kıskandıracak derecedeydi. Saçları, işte onu kusursuzlaştıran bir unsur daha. O kadar yumuşak ve o kadar ipeksiydi ki, her baktığımda dokunma isteği yaratıyordu bende.

Ona baktığımı fark ederek yüzünü bana çevirdi. Gözleri gözlerime odaklandı. Hiçbir tepki vermeden sanki ezberlemek istercesine yüzümü inceledi yeşil gözler. İlk defa, ona bakarken yakalandığım için dalga geçmedi. Bu garipti işte.

Sessizliğimiz Pars'ın sözleriyle bozuldu.

''İliklerine kadar bana aitsin ve sen çok güçlüsün Hera'm.''

Birkaç saniyelik bir bakışmanın ardından kafasını yola çevirdi. Kaşlarım istemsiz olarak çatıldı.

Evet, Pars böyleydi, durup dururken böyle şeyler söyleyebiliyordu. Daha dikkatle inceledim kusursuz suratını. Onun da kaşları çatıktı. Kafasında bir şeyler vardı sanki onu rahatsız eden. Merak ettim. Evet, kesinlikle bir şey vardı onda bugün.

Tam ağzımı açıp neyi olduğunu soracakken kulakları sağır edecek bir korna sesi duydum. Gözlerimi yola çevirdiğimde bize doğru gelen kamyon ve rahatsız edici far ışıklarıyla karşılaştım. Pars'a baktığımda yüzü ifadesizdi. Sağa doğru savrulduğumu ve hemen ardından gelen acıyı hissettim.

Ve bir de benden çıktığını tahmin ettiğim kulak tırmalayıcı bir çığlık.

Sonrası, sonsuz karanlık.''


Evet arkadaşlar yeni bir bölümle karşınızdayız. Heyecanlı bir yerde bıraktığımızı düşünüyoruz. Aslında yeni bölüm eklemeyecektik fakat okunma sayısını görünce dayanamadık. Hepinize çok teşekkür ediyoruz. Bu bizim ilk hikayemiz. O yüzden bu kadar okunma bizi gerçekten çok mutlu etti. İlk bölüm kısa oldu ama bu biraz daha uzun. Diğer bölümler daha da uzun olacak. Hatta şuan hazır bölümler var. Diğer bölümler de size bağlı bir şekilde paylaşılcak. Tekrar hepinize çok ama çok teşekkürler. Umarım bu bölümü de beğenirsiniz.Sizi seviyoruz. Yorumlarınızı da bekliyoruz. İyi okumalar :)

TANRIÇA'NIN ÖLÜM DANSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin