Bölüm 8: Kırmızı Giyme!

5.4K 290 174
                                    

Aradan uzunca bir süre daha geçti. Ama kabuslarım geçmedi...

Deli gibi kitap okuyordum. Oldum olası kitap okumayı severdim ama bu başka bir boyut kazanmıştı artık. Tüm yayınevlerinin ne kadar yeni çıkan kitabı varsa kitaplığımda yerini alıyordu. Okumaya fırsat bulamadığım yüzlerce, evet yüzlerce kitabım olmuştu. Yeni kitaplıklar alıyor, sonra da kitap satın almaya devam ediyordum.

iş yerinde kitap okumama alışmışlardı. İşimi aksatmadığım için kimse kitap okumamı sorun etmiyordu. Özellikle patronum bu konuda fazlasıyla iyiydi. Canım farklı bir şeyler okumak isterse diye fazladan kitap götürüyordum. Oturduğum küçük deskin altında kendime ait bir dünya kurmuştum. En az beş kitap oluyordu orada. Bir kutuda tırnak törpüm ve ojelerim... Onların hemen yanında hastalarıma ikram etmek için kolonyalarım...

Kolonya işini de kitap gibi abartmıştım. Markete her gittiğimde farklı bir kolonya alıyordum. Portakal kolonyası ve zeytin kolonyası hastalarımın en sevdikleriydi. Hatta zeytin kolonyasını ben değil, bir hastam kooperatiften alıp koleksiyonumuza eklemişti.

Hastalarımla aram fazlasıyla iyiydi. Aile gibiydik. İş yerinde çok fazla insanla muhatap olmak istemediğim için ayrı, dört hastalık küçük bir salonda yalnız çalışıyordum. Toplamda 20, her seansta 4 hastam vardı. Özellikle mesai yaptığım akşamlar, hastalarımla muhabbetin dozunu iyice kaçırıyorduk.

Akşam grubu hastalarımın hepsi erkekti. Onlarla çekirdek, cips, kola yiyor; siyaset ve haberler üzerine konuşuyorduk.

Pazartesi grubunun sabah seansında ise full kadın hastalarım vardı. Onlarla şarkı dinliyor, geçim derdi, aile sorunları muhabbetleri yapıyorduk. Diyalizden erken çıkmışlarsa ve iyi hissediyorlarsa da salondan servi araçlarına geçmeden önce,  birlikte halay çekiyor hatta penguen bile dansı yapıyorduk...

Bu hep böyle devam etmedi tabi... 

Bir süre sonra onlar da bendeki tuhaflığı fark etmeye başladı. Muhabbetleri geçiştiriyor, bazen bana seslendiklerini bile duymuyordum. Başhemşirem bile bana, ben istemeden izin veriyordu.

Akşam seansında, ben moladayken yerime başhemşirem bakıyordu. İyi kadındı. İyi günündeyse çok tatlı olabiliyordu. Kitaplarıma benden izin almadan el atıp durmasına ayar olsam da ses çıkaramıyordum.

Yemek molasından inmiştim.

Elinde benim kitabımla birlikte yerimde oturuyordu.

"Abla ben geldim," dedim kitabımı bırakıp gitmesi umuduyla. 

Makinelere bir göz attı. Makinelerin ekranında kalan süre dahil diyalizle ilgili birçok bilgi geriden bakılınca net bir şekilde görülebiliyordu. Hastaların seans bitimine epeyce zaman vardı. Kitap da kadını bayağı sarmıştı. İlerlediği sayfa sayısından bunu net bir şekilde görebiliyordum.

"Git, çıkışa kadar gelme," dedi.

Kaşlarımı çattım. Ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. "Git," dedi gülerek.

"Çıkışlara da gelmem bak he," dedim.

"Gelmesen gelme. Git, oyalan, muhabbet falan et, sigara falan iç," diyerek beni kışkışladı. Gittim gezdim geldim.

Çıkışlarımın bile çoğunu bitirmişti geldiğimde. İşimi ona yaptırdığım için biraz suçlulukla "Abla ben hallederim," diyerek eldiven giymekte olduğu eline baktım.

Omuz silkti.

"Bitti bile. Sen kolları bantla yeter ya, ben hallettim bile," diyerek güldü. Şipşak son hastamı da çıkarıp eldivenlerini çöpe attı. Son hastamı da yolcu ettiğimde kitabımı alıp bana döndü.

 "Sen bir hafta dinlen," dedi. "Kafanı topla, biraz kendine gel, ondan sonra işe dön."

"Abla yıllık iznim bitti benim," dedim somurtarak. Açıkçası boş zamanımda ne yapacağımı bile bilmiyordum.

"Ben hallederim. Maaş kesintin olmayacak. Sen toparlanmana bak. Bize sağlam lazımsın," dedi omzumu sıkıp bırakırken.

Mecburen dudak büktüm. Zoraki bir şekilde "Peki," diye mırıldandım.

Gece için gelen personel geldiğinde masa altındaki eşyalarımı bir poşete dolduruyordum. Adamın gelişini duymamıştım. Ben eşyaları toplarken yukarıdaki herkes çoktan inmişti. Adam da beni görmeyi beklemiyordu belli ki...

Ben birden onu karşımda görünce çığlığı basınca adam da korktu ama benim ultra kız çığlığım gibi bir tepki göstermedi.

"Kızım, neyin var senin dedi," çıkmadan önce. Dikkatlice beni süzüyordu.

"Bir şeyim yok abi," dedim kaşlarımı çatarak.

Sürekli köşelere, karanlık noktalara bakıp bir şeylerin gizlenip gizlenmediğini anlamaya çalışıyordum istemsizce. Bunu o da fark etmişti.

"Gülbem kızım," dedi babacan bir tavırla. "Bildiğim bir hoca var. Yarın annene babana söyle, birlikte Kızılca köyüne gidip seni ona bir gösterelim," dedi. "Senin bir hocaya görünmen lazım belli," dedi.

Gayet samimiydi. Beni de kızı gibi severdi. Onun da üniversitede okuyan bir kızı vardı. Fırsat olunca bana kızından, okulundan, geçim derdinden falan dem vururdu. Çocuk okutmak zordu.

"Bir söyleyeyim," dedim gönülsüzce. Annemin bu işe sıcak bakmayacağını düşünüyordum.

"Söylerim deyip geçiştirme. Yarın gidelim," deyip bir an duraksadı. Üzerimdeki turkuaz renkli hırkaya bir göz attı. Şirin, cici bir hırkaydı. Aynı renkli ojelerimle falan tatlı olduğunu düşünüyordum. Renkli giyinmeyi severdim. Kırmızılar, morlar, pembeler...

O da bunu düşünüyordu.

"Kırmızı giyme," dedi.

"Nasıl?" diye sordum anlam veremeyerek. Konudan konuya geçişi beni afallatmıştı.

"Hocaya giderken kırmızı giyme. Hocayla konuştum. Öyle söyledi. Gelen bayanlar kırmızı giymesin dedi."

"Neden ki..." diye mırıldandım. Cidden şaşırmıştım. Ve gitmek istiyordum. İçeride sıkılıyor, evde boğuluyor, dışarıda bunalıyordum. Hiçbir yere sığamıyordum vesselam.

"Üç harfliler yüzünden sanırım. Ben de ilk defa duydum," dedi omuz silkerek.

"Tamam abi," deyip zoraki bir şekilde gülümseyip diğerlerine yetişmek için "Hadi görüşürüz," diyerek merdivenlere yöneldim. Her zaman üçer beşer çıkıp indiğim merdivenler karanlıktı... Üçer beşer olmasa da hızlıca aydınlığa çıkabilmek için neredeyse koşarcasına indim. Servisten eve gidene kadar olan yolu bu hoca işini düşünerek geçirdim.


Dumansız AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin