sonunda.

1.1K 106 80
                                    

devam ediyor. Her bir iğrençlikleriyle devam ediyor. Kalpsiz diyorum ona ama belki de ölmemi istiyor. Yani iyiliğimi. O gün, o karanlık yerde ölemedim. Keşke ölseydim, keşke gelip beni öldürse. Ölü bedenimin yanına, ölü ruhumda gitsin. Ben ölmek istiyorum, gerçi ben hep ölmek istiyorum.

Dayanacak gücümün kalmadığını, her geçen gün eridiğimi hissediyorum. Nefes alamıyorum artık. Yeni yeni geçmeye başlamış olan bedenimdeki istenmeyen çizikler, yenileri ile tekrar sızlıyor. Ağlamak istiyorum. Olmuyor. Ölmek istiyorum. Olmuyor. Gözlerimi açamıyorum. Onun evinde olduğumu hatırladığım her an midem bulanıyor, sancı giriyor her bir tarafıma.

Tek gördüğüm şeyin siyah, kapalı bir perde arasından gözüken mavi bir gökyüzü olması üzüyor.

Evet, zaten umutları elinden alınmış depresif bir çocuktum. Hep öyleydim ama bu kadarını kaldıramıyorum.

Yatakta uyuyan bedene doğru, sesimin ne kadar çıktığını umursamadan bağırdım. "ÖLDÜR BENİ! YALVARIRIM ÖLDÜR ARTIK!"

Ağrı hareketler ile ayaklanmış yanıma gelmişti. Kesinlikle hayır, benim tanıdığım, aşık olduğum minho bu değildi. Olamazdı. Hep bana iyi gelen birini dilemiştim, varlığını sorguladığım tanrıdan.

Şu sıra her şeyi sorguluyordum gerçi.

Her bir noktayı bile. Jun nasıldır? Ya Hyunjin? Naif bebeklerim.

Peki, Chan Hyung?

Beni aramıyor mu yani? Nerede her zaman, kötü hissettiğim de yanımda beliren o kişi. Nerede Chan Hyung?

Gözlerini kinden kararmış bedene baktım. Yüzümün tam dibinde belirmiş ve dudaklarımı öpmüştü.

Ağzımdan bir öğürtü çıkmıştı. Engel olamamıştım. Duyduğu an gözlerini sonuna kadar açmış bakıyordu bana. Gözlerime. İçlerine.

"O neydi?"

"İğren-İğreniyorum sende-n"

Acınası bir sırıtış eklemişti suratına. Ardından hızla bileklerimi çözmüş ve yere düşmesi sağlamıştı. Acıyla inlemiş ve saydırmaya başlamıştım. "Yavaş olabilirdin?"

Son çıkan seslerimdi bunlar. Artık sesim çıkmıyordu.

"Sana dün ne dediğimi hatırlıyorsun değil mi?"

Ona dair hiç bir şey hatırlamak istemiyordum. Aklımda yine de dün geceye karşın bir şeyler vardı.

"Paramparça yapacağım ve kimsenin ruhu duymayacak."

Dün akşamki sözleri tekrarladığında gözlerim dolmuştu. Fakat bir bakımdan mutlu olmuştum. Ölecektim. Kurtulacaktım değil mi buradan?

Sonunda.

"Geberteceğim seni. Ve kimsenin ruhu duymayacak. Senin bile."

Neler olacağını bekliyordum sadece. Neler olacak, neler dönecek diye. Hayatım boyunca hep bekledim zaten. Mutluluğu bekledim, insanların beni sevmesini bekledimz annem ve babamın eskisi gibi yanımda olmasını bekledim. En sonunda bir beklediğim şey gerçekleşti. Ben en çok ölmeyi bekledim.

"Yürü, gidiyoruz."

Kolumdan bir anda tutup kaldırmıştı. Umarım yürümemin bu durumda zor olduğunu algılayabiliyordur. Yürüyemediğimi idrak ettiğinde kucaklayıp indirdi beni aşağıya. Dışarı çıkmak istiyorum. Nefret ettiğim bu sabah saatlerini doyasıya yaşamak istiyorum. Ama artık öleceğim değil mi? Ah hep unutuyorum. Oysa onca sene aklımdan çıkmazdı. Değiştin Han Jisung.

Kapıyı araladı ve hemen evin önündeki arabaya bindirdi. Kimsenin görmemesi için hızlı yapmıştı bunu ki zaten nüfusunun az olduğu bir kasabaydı.

Tam gaz ormanlık alana doğru sürdü. Az daha ilerlediğinde, yemyeşil bir göl ve yemyeşil ağaçlar büyülemişti beni. Böyle bir yerde ölmek her baba yiğidin harcı değildir sonuçta.

Ani bir frenle durmuş ve inmişti. Ardından yanıma gelip kucaklamış ve çimlerin üzerine atmıştı. Pikniğe getirilmiş bir top gibi. Ama ölüme getirilmiş bir kurbandım.

Hızlı adımlarla bagaja yönelmişti. Değişik aletler çıkarmış eski, kırık dökük bir masanın üzerine bırakmıştı.

"Sana söylemiştim," aletleri bir düzene sokarken devam etti. "Seni paramparça yapacağım diye."

"Duygularımı yaptın zaten. Bedenimi de. Ruhumu yapacaksın sadece. Zor olmamalı."

Gözlerimden dökülen yaşları güçlükle sildim. Şuan ağlayamazdım. İstediğim bir şey gerçekleşiyordu, nasıl sağlayabilirdim ki?

"Ağlamayı kes. Çocuk musun?"

Eline aldığı balta ile üzerime yürümeye başladı. Duygusuzca, dönük şekilde bakıyordum, bakıyordu.

"İşini çabuk hallet. Mutlu olmak istiyorum artık."

"Şizofren."

"Senin gibi bir yaratığı görüyorsam eğer buna çoktan tanı koyman gerekirdi zaten."

En son gördüğüm görüntü arkaya doğru atılmış bir baltaydı...

Yoktu artık Jisung. Mutsuz, üzgün bir genç daha gitmişti. Tabi onun caniside.

Minho ise Jisung'un ölümünden sonra psikolojik tedaviye başvurdu. İyileşmek onun için en iyisiydi. Belki Jisung'u geri getirmeyecekti fakat başka bir Jisung'u daha kaybetmeyecekti.

Jisung ise mutludur herhalde. Ama arkasında kalan kişiler perişandı. Bir aile daha öldü, bir kişi yüzünden.

Jisung'un istediği hep buydu, ölmek. Fakat böyle bir ölümü tercih eder miydi? Şüpheli.

Siz, Jisung'a inat mutlu yaşayın. Çünkü Jisung, mutlu insanları sevmezdi.

Dipnot
Jisung ölmek istedi, öldürüldü.
Bende ölmek istiyorum, öldürülmeden ölmek.

----------------
Bitti.

silent cry, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin