Koğuşun avlusundan izlediğim dışarı bana artık çok uzaktı. Daha bir ay önce özgürce baktığım gökyüzü şimdi sınırlıca bakılıyordu.
Yağmur yağıyordu. Kasım ayına girmiştik. Kasım'ın biriydi. Hava bulutluydu. Kasvetliydi. Yağmurlu havayı yaz'dan daha çok severdim. Çünkü yağmur yağınca içim kıpır kıpır olurdu. Hele kar yağınca çocuk gibi sevinirdim ama şimdi izin dışında dışarı çıkıp yağmur tanelerine dokunamıyordum. Dışarı çıkıp mis gibi yağmur ve Toprak kokusunu içime çekemiyordum. Sadece yüksek ve taşlı binaların arasında sıkışıp kalmış, avluya bakan eskimiş pencereleri açarak içime çekebiliyordum ama ciğerime yağmurdan çok dolan rutubet kokusuydu.
Hapishane değil, ölüm eviydi resmen.
Kendimi kafese kapatılmış bir hayvan gibi hissediyordum ve ölene kadar böyle hissedeceğim aşikardı.
Kukuman kuşu gibi pencerenin önündeki taş üzerinde otururken dizlerimi kendime daha çok çektim. Kucağımda kedim vardı. Henüz yavruydu. Büyük olmadığı için seviniyordum. Eğer büyük olsaydı beni daha erken terk ederdi. Beyaz ve siyah benekli tüylerini parmak uçlarımla okşarken kucağımda huzurluca uyuyordu.
Dün resmen facia atlatmıştım. Hayatımda ilk defa cezaevine düğün görmüş onda da kaça kaç kaçmıştım. Eğer biraz daha o adamın yanında otursaydım adamı liğme liğme edebilirlerdi.
Henüz bir haftadır yüzlerini sadece iki üç seferdir gördüğüm adamlardan korkarak hücreme kaçmıştım. Tabi onlar beni bir ayda gölge gibi takip etse de ben onları fark etmediğim için henüz bir haftadır görüyordum.
Ki korkmayan da başlamıştım. Zaten ürkek bir tiptim. Böyle belalı hapishanede liderlerini gördükçe daha çok korkmuştum.
Televizyonda adlarını dahi duyduğum da deli gibi korktuğum adamlar bana resmen manyak gibi, psikopat gibi âşıklardı.
Bir ayda nasıl böyle bir aşka tutulmuşlardı aklım almıyordu. Ama bana göre aşık değillerdi. Sadece bu sıkıcı yerde kendilerine bir macera bulmuşlardı. Bir oyun gibiydim onlar için.
Zaten karanlık olan kış yağmurlu hava yüzünden daha boğuk ve karanlıkken floresan lambalar yanıyordu. Ben dışında herkes bir şey ile meşguldü.
Ayşe teyze koğuşun ortasındaki upuzun, dikdörtgen masadaki sandalyelerden birine oturmuş, televizyon oynayan Yemekteyiz programına bakarken yanında kendisi gibi programı izleyen kadınlarla yarışmacıları konuşuyordu. Ellerinde bir uğraş için ördüğü mor atkı vardı. Elindeki şişelerle örgüyü programı heyecanla işleyerek örüyordu. Bu koğuştaki herkese birer tane atkı ve bere örmüştü. Şimdi dr bana örüyordu.
Ama boşa örüyordu. Atkı ve bereler dışarı çıkanlar içindi. Cezaevinde dört bir duvar arasına hapsolmuş bir kız için gereksizdi. Koğuş içinde mi takılacaktı.
Ki zaten koğuş terletecek kadar sıcaktı. Dila'nın söylediğine göre normalde bu kadar kaloriferler çok fazla yakılmazdı ama ben geldikten sonra sıcaklığı iki katına çıkarılmıştı.
Sebebi de bana aşık olmuş iki belalı hapishane âşığımdı.
Ama petekler için şikâyetçi değildik. Çünkü deli gibi soğuktu. Hem Kars'ydı bu cezaevinde hem de adının hakkını veriyordu; Zemheri Ceza İnfaz Kurumu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
K.A.Ç. |• KİMSE ASLA ÇIKAMAZ (Askıya Alındı)
General FictionMira Armağan. Ürkek bir kuş misali hayatını anne babasız, yaşarken, ayaklarının üzerinde durmaya çalışırken, aniden bir gün kaderin kendisinde oynadığı haksız oyun yüzünden, haksız yere hüküm alır. Adaletin parayla ölçüldüğü dünyada müebbet bir hapi...