"Camı duvara fırlatıp, yüzlerce parçaya bölünüşünü seyrederken sonrası için parmaklarının kesilme ihtimalini göze almalısındır."
Şu an öyle bir haldeyim ki neyi, nereden, kimden, ne kadar almam gerektiği konusunda iyi derecede yetersizim. Yine de aklım başımdan tamamen gitmiş değil. Aksi halde hâlâ adımı hatırlıyor olmazdım. Eh, onu unutmadıysam gerisinin ne önemi vardı ki, değil mi?
İsim önemli!
Mesela yan tarafımda oturan Haçin'in adını unutsaydım ona, kelliğine binaen "hey, kel" demek zorunda kalırdım ve o da buna sinirlenip beni önce haşlayıp sonra da burada bırakırdı muhtemelen. Hele de saatlerdir çiçek olmuş vaziyette, burnundan soluyorken. Fakat bu beni ilgilendiren bir mevzu değildi. Defalarca kez gidebileceğini söylemiştim. Israrla bana katlanmak istiyorsa kendi bilirdi.
"Bak şu adamın pantolonu yırtılmış, poposu görünüyor," dediğim an hızlıca parmağımla işaret ettiğim yere baktı. Önce kaşları çatıldı sonra burun delikleri genişledi. Ben kahkaha atınca aynı hızla bana dönüp tehditkar bir tavırla işaret parmağını yüzüme savurdu. Gözüme soktu demek daha doğru olur aslında çünkü birkaç santim ötesi gözümün içiydi. Beklemediğim bu hareketle geriye doğru çekilmeye de vaktim olmamıştı zaten. Sadece biri iki görüyorum o ayrı.
Bir şeyler söylemek üzere kelimelerini dilinin ucunda topladığını gördüm. Onu durduran bakışlarım mıydı bilmiyorum ama onları yutmayı tercih etti. Akabinde gözümün içine baka baka dilini ısırıp olduğu yerden geriye doğru kaydı.
"Popo görmeye merakın varsa ben ne yapabilirim ki?"
"Kızım, bak zor tutuyorum kendimi, yapma artık. Siktiri boktan bir yere getirdin bizi, zaten burayı da nereden buldun hiç anlamış değilim ama kafam iyi değil. Anlıyorsun değil mi?" Boş boş bakmaya devam edince "Evet, anlamıyorsun," diyerek bitirdi sözlerini ve hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp beni de kolumdan tutarak kaldırdı. Elimi kavrayarak benimle beraber çıkışa yönelirken daha fazla tahammülü kalmamış gibi aceleciydi adımları.
Çok hızlı yürüyordu. Ona yetişmek gibi bir çabam yoktu ama o beni çekiştire çekiştire peşinden sürükleyince adımlarına uymak zorunda kaldım. Hal böyle olunca birkaç adım sonra ayaklarımın birbirine dolanması ve yalpalamam geç olmadı ama suç benimmiş gibi yüzüme dönüp sinirle gözlerini belertti. Sinirine kaçak çıkan kat sayılarını umursamadan ayağıma doğru eğildim çünkü burkulmuştu ve ağrıyordu.
"Acıdı mı?" Sesi bu kez bıkkınlık değil de özür dilermiş gibi çıkınca başımı hayretle ona doğru kaldırdım.
"Sende kesin bipolar var." Herhangi bir şey söylemeden eğildi ve beni yerden kaldırarak un çuvalı gibi omuzuna attı.
"Yavaş olsana deve!" dedim iyice omuzuna yerleşirken. Baş aşağı duruyor olmamdan sebep bir tık rahatsız olunca yastık görevi görsün diye kollarımı birbirine geçirip başımın altına koydum ve gözlerimi yumdum.
Tekrar gözlerimi açtığımda neyse ki bu kez omuzda değil de kucaktaydım. Sindiğim güçlü kolların sıcacık olması bir yana, uyuma isteğiyle yanan gözlerimi açamayınca zamanın ve mekânın pek de farkında değildim. Ancak bununla ilgilendiğim de yoktu.
Tek istediğim rahatsız edilmeden, yalnız başıma, derin, rahat bir uyku çekmekti. Ve bunu tam da aldığım amber ve baharatlı kokusundan hâlâ Haçin olduğunu bildiğim bu kollarda yapmak istiyordum. Kokusu bile maskülen. Halbuki kaç kez açık tenine bu kokunun gitmediğini söylemiştim ama bana mısın demiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNADAKİ SARKAÇ (+18)
General FictionHer şeyi unutan bir adamdan neyi hatırlamasını isterdiniz? Ya da neyi unutmasını? ............ "Peki beni ne zaman affedeceksin? Ya da öyle bir gün var mı?" Güldüm. Yüzüme uzanan elinin boğumları yaralı bereli, parmakları yara izlerinin küçük, beyaz...