"Kalbim ve aklım... İkisi birlikte can çekişerek bataklık kokan dipsiz bir kuyunun boşluğuna yuvarlandılar."
"Seni anlamakta güçlük çekiyorum, lütfen bana yardımcı olur musun?"
"Sana ihtiyacım var! Bunun esnetilecek ya da açıklanacak başka bir yanı var mı?" Bu konuşmadan benden daha fazla rahatsız oluyordu, o kadar belliydi ki. Tabii bunun benim umurumda olmaması da yine onun sorunu benim değil.
"Olmalı! Yoksa da yaratmalısın! Elin yabancısına gidip öylece sana ihtiyacım var diyemezsin! Her şeyi geçtim seni tanıdığıma, seninle ilgili bir şeyler bildiğime nasıl bu kadar emin olabiliyorsun gerçekten merak ediyorum. Aklından nasıl bir saçmalık geçiyordu da bu kanıya varabildin?" Aynı şeyleri o kadar tekrar etmeye başlamıştı ki sinirden kuduruyordum.
Onu odamdan, evimden kovdum ama gitmedi. Gitmeyince en azından makul bir ortamda konuşalım diye salona geçtik ama ilk on dakika hiç konuşmadı sonraki on dakikada ise bana ihtiyacı olduğunu söylemekten öteye gitmedi. Konuşmadığı yerde de gözlerini devreye sokup dayatması yok mu, çıldırıyorum! Anlamıyorum, bu adamın benimle zoru neydi? Neydi de tüm görgü kurallarını ihlal etmeye ant içmiş gibi sürekli yanımda biter olmuştu?
Benimle ne derdi varsa benim yöntemimi denemeliydi; yani bana yansıtmadan kendi içinde halletmeliydi.
Bu arada saat sabahın beşi. Bunu özellikle belirtmeyi mahvolan uykuma borç bilirim. Tabii sabahın köründe olmamızın onun hiç ama hiç sorunu olmaması da beni inceden inceden ayar etmiyor değil. Bu kadar kabalığı hatta laubaliliği hayatımda görmedim. Gördüysem de şu an hatırlamakla uğraşmayacak kadar üşengeçtim.
"Adam akıllı konuşmak istiyorum artık!" Sessizliğim de onu caydırmıyor ki susayım da gider belki diyeyim.
İnadı karşısında pes ederek "Konuşalım, peki konuşalım," dedim karşı koltuktan kalkıp onun önünde konumlanmış orta sehpaya otururken. Benden böyle bir hareket beklemediği açıktı ama kaskatı olan tavrında en ufak bir değişiklik olmadı. Sadece ellerimi, açtığım bacak aralarımda birleştirip ona doğru eğilince varla yok arası bir hareketle gözlerini kıstı. Bir anda böyle davranmam, ciddiyet kasmam onu rahatsız etmişe benziyor.
"Evet, senin hakkında ne biliyorum, bunu merak ediyorsun değil mi?" Mekanik olarak kafasını ağır ağır salladı. Kararlı, keskin duruşundan asla taviz vermiyordu. "Tamam, anlatayım." Nihayet istediği sözleri duyunca kendini toparladı ve tüm dikkatini bana verdi. "Hiçbir şey!"
Beklediği tabii ki bu değildi. Alt dudağını siniri bozularak emdikten sonra yanağının iç tarafını ısırmaya başladı. Sanırım bir çeşit sakinleşme metodu deniyordu ama yapılabilecek bir şey yok çünkü onun hakkında gerçekten bir şey bilmiyorum. Gerçek adından başka hiçbir şey bildiğim yok ama gözlerinden anladığım kadarıyla onu ikna etmem kolay olmayacaktı. Asıl can alıcı nokta ise onu neden ikna etmek zorunda olduğumdu.
"Seni tanımıyorum!" Müdahale etmek için ağzını açmıştı ki devam ederek susmasını sağladım. "Salonda çalışıyordum ve birkaç hafta sonra senin de aynı salondaki ringe sık çıkan dövüşçülerden biri olduğunu öğrendim." O günleri anlatmak benim için hiç kolay değildi ve bunu bana yaptırdığı için bir kez daha ikimizin kesiştiği o güne lanet ettim.
"Seni tanımıyorum derken sadece olanı söylüyordum." İlk kez ciddiyetle tarttı sözlerimi, bakışlarının yanında solukları da aynı ciddiyetle sıklaşmıştı çünkü.
"Dinçer." Sakinleşmek için önüne düşürdüğü başını, adını telaffuz etmemle bıçak gibi kaldırdı. Gözlerinde öyle yakıcı, yoğun bir ifade belirdi ki yeşil hareleri adeta ok misali siyahlarımın ortasına saplanıp kaldı. Tepki verebilmek için ikimizin de birkaç saniyeye ihtiyacı olduğu su götürmez bir gerçek çünkü önce aramızdaki manasız bakışmanın ortadan kaldırılması gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNADAKİ SARKAÇ (+18)
Ficção GeralHer şeyi unutan bir adamdan neyi hatırlamasını isterdiniz? Ya da neyi unutmasını? ............ "Peki beni ne zaman affedeceksin? Ya da öyle bir gün var mı?" Güldüm. Yüzüme uzanan elinin boğumları yaralı bereli, parmakları yara izlerinin küçük, beyaz...