2. Bölüm: Yalanlar Dünyası

230 160 59
                                    

Nefes aldığım her saniye,
Acı sindi gözlerime.
Bunları söylemek isterdim anneme;
Bırakma elimi, alıştırma beni sensizliğe.


~~~

Sanki hayatım boyunca bir boşluktaymışım gibi hissediyordum ve bu gerçeğe şu anda uyanıyordum. Uzay gibi sonsuz bir boşlukta, nereye ulaşacağımdan bihaber şekilde süzülüyordum.

Büyük bir karadeliğin içine doğru çekiliyordum her bir hücremle birlikte. Bu kara delik öylesine güçlüydü ki, belki de evrenin yarısı onun içerisindeydi ve şimdi ben de onlardan birisi olacaktım. Bunu biliyordum çünkü çekim gücü bütün bedenimi sarmıştı ama sonrasında nereye ulaşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu ve öğrenmek istediğimi de sanmıyordum...

Eğer öğrenirsem her şeyin yalan olduğunu da öğrenmiş olacaktım. Sanki bütün bu dünya yalandı, her şey yalandı ve ben bile bile her şeye göz yummuştum. Bile bile yalanlara inanmayı seçmiştim. Gözlerimi kapatırsam o kara delik de yok olacakmış gibi davranmıştım, oysaki görmezden geldiğim her an için yavaşça büyümeye devam ediyordu.

Annemi yok etmişti ve sıra bana gelmişti. Yine de hiçbir şeyi bilmiyormuşum gibi geliyordu. Sadece düştüğümü biliyordum. Düşüş de bir yolculuktu ve ben o yolculuktan geçmek istemiyordum.

Uzun zamandır ağlamamdan kaynaklı olarak gözlerim acımaya başlamıştı ve ikisini de açık tutmakta zorlanıyordum ama tüm acıya tek başıma karşı koymaya çalışıyordum.

Burayı bulmak benim için kolay olmamıştı ama zor da olmamıştı. Danışmaya ulaştığımı biliyordum ama gerisini tam hatırlamıyordum. Nasıl olduğunu anlamadan kendimi bu ameliyathanenin kapısında bulmuştum.

Yardım etmek istiyordum ama tek yapabildiğim bu kapıyı bulur bulmaz önüne kurulmaktı. Sırtımın yarısını sandalyeye diğer yarısını da hastane duvarına yaslamıştım ve bacaklarımı kendime doğru çekerek oturduğum yerde kıvrılmış, kendime adeta ufak bir koruma duvarı oluşturmuştum. Buraya gelmemizin üzerinden belki bir belki iki saat geçmişti, bilmiyordum ama pozisyonumu hiç değiştirmemiştim.

Sonunda odanın açılıp kapanan, sensörlü kapısından çıkan doktoru gördüğümde başımı kaldırarak doğruldum ve ona doğru yöneldim. Doktorun yüz ifadesi hayra almaet değildi, arkasında kalan kapı daha yeni kapandığından annemin üzerine; herkesin korktuğu ve her şeyin sonunu getiren o temiz, beyaz çarşafı örttüklerini görmüştüm. Yine de umut ettim ama doktorun söylediği, "Başın sağ olsun." cümlesi bütün umudumu yıktı.

İnsan yaşadıklarının rüya olmasını ister miydi hiç? Ben istiyordum. Tam şimdi, şu an gördüklerimin sadece bir rüya olmasını diliyordum içimden defalarca. Çünkü bu acıya dayanamazdım. Kalbim capcanlı bir çiçek gibiyken hayat acımasızca üzerine basmış, o çiçeği vicdansızca ezmişti. Solan bir çiçeği tekrardan diriltebilirdiniz, umut hep vardı. Ama ezilen ve dalından koparılan bir çiçek için umut söz konusu bile olamazdı.

Annemin hayattan kopmasının acısını tatmak istemiyordum ve bunun için herkesi pişmanlıklarının önüne atabilirdim ama annem, emindim ki bunu yapmamı istemezdi. O sırada adeta sesi çınladı kulaklarımda.

Bana çocukluğumda hep şöyle derdi, 'Anneler öldükten sonra bile hep çocuklarının yanındadır. Çocuklarına, kendilerini miras bırakırlar. Ben sana, seni miras bırakıyorum. Bana bir şey olursa kendine iyi bak, sakın hiçbir şey yapma. En azından benim için yapma. Annenin sana bıraktığı mirassın sen.'

İlk başlarda dedikleri çok anlam ifade etmese de şu an bu cümleler kafamın içinde artık anlamını kazanmıştı. O, bana sadece beni bırakmıştı. Kendisiyse melek olmuştu.

GERÇEĞİN GÖLGESİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin