Acının Binbir Tonu

190 97 88
                                    

Eziyet çektirir, bazı yüzleşmeler. Tüm hücrelerinle hissedersin o zulmü. Durdurmak istersin fakat gücün yetmez. Ve o kısır döngü devam ettikçe, aslında hiçbir zaman gücünün olmadığını öğrenirsin.

Hüzün serpiştirir kalbinin odacıklarına, bazı gerçekler. Güçsüz olduğunu öğrendiğinde, dipsiz bir kuyuya düştüğünde ve dünyanın adaletsizliği ile tanıştığında... Gönlündeki o acı dinmez işte.

Son noktanın ötesinde yaşadığım bir cefaydı benimkisi. Kaç yıldır kendi sabahıma uyanamadığım bir cefa. Derinleştikçe güçlenen yaralarım ve ben, diğer insanların güneşini karşıladık bizim sabahımız olmayınca.

Gece boyu açık kalmıştı pencere. Ardahan, kış mevsiminde ne kadar soğuk oluyorsa yaşadığım iki göz odalı daire de o kadar soğukla dolmuştu. Sıkı fıkı olmuştuk soğukla zaten, sıcağı unutalı çok olmuştu.

Ayağa kalkmayı denedim fakat tek seferde bunu beceremedim. Her yanım tutulduğu için ağrıyordu, muhtemelen şifayı kapmış olmalıydım.

İkinci seferde kalktım ayağa. Ayaklarımın bastığı yerde mıhlanmış gibi durdum, etrafa bakındım. Eskimiş bir kuru yatak, koridorda duran küçük buzdolabı, mini bir mutfak ve tezgahın üstüne yerleştirilmiş işimi göreceği kadar olan bir ocak. İki kapılı tahta kıyafet dolabım, yerde püskülleri her yana saçılmış halım, pencerenin dibinde duran masam ve sandalyem.

Kendimi bildim bileli bu rutubetten yüz tutmuş, kof dairede yaşıyordum. 1+1 olması bana yetiyordu, misafirim olmazdı. Kimse girememişti alanıma. Kıskandığımdan veya gizlediğimden değildi.

Fakirhaneden farksızdı sizin için daire. Fakat fakirhane dediğiniz yerin duvarlarına acının binbir tonunu sürüp boyadım. Her köşesine derdimi anlattım. Boş kalan hiçbir yeri kalmadı. Noksan değil, aksine tüm bunları dolduracak kadar zengindi dairem.

Ardımda bıraktığım pencereye dönüp baktım. Önce açık camı kapatıp daha sonra ani bir hareketle perdeyi kapattım. Dolabın önüne gittikten sonra kapaklarını açıp bir gömlek bir de kot pantolon aldım.

Seçtiğim kıyafetleri yatağın üzerine fırlatırken diğer yandan üzerimdeki kokmuş giysileri çıkardım. İç çamaşırlarım ile kaldığımda banyoya girdim, kovayı musluğun altına götürdüm. Suyu açarak kovaya dolmasını izledim bir süre.

Su dolduktan sonra kapattım açık olan çeşmeyi. İç çamaşırlarımdan tek seferde kurtularak buz gibi soğuk su ile buluştum. Ne günahlarımdan arınabildim ne de acılarımdan. Hiçbir şey geçmedi, soğuk su tenimi hançer gibi saplarken.

Bedensel temizliğim bittiğinde çıktım banyodan. İlk başta iç çamaşırlarımı giyip daha sonra yeni çıkardığım kıyafetlerimi giydim. Çekmeceden kalın bir çorap alıp ayaklarıma da geçirdikten sonra hazır olmuştum. Evin anahtarlarını ve arabanın kontağını alıp hızlıca kapıyı örterek çıktım evden. Ve direksiyona sarıldım.

Arabayı uygun yere park ederek kahvaltı yapmak istediğim mekana geldim. Normal lokanta olarak geçiyordu. Sıcak bir çorba içsem iyi olurdu.

Mekanın içerisine girmeden dışarıdaki üstü tenteli masaların birine oturdum. Bir garson çağırarak mercimek çorbası içmek istediğimi söyledim. Birkaç dakika içerisinde getireceğini söylemesiyle arkama yaslandım.

Kısa bir süre geçtikten sonra beklediğim çağrı gelmişti. Çalan telefon çağrısını daha fazla bekletmeden cebimden çıkartıp kulağıma yasladım. Güvendiğim birinin sesini duymamla rahatladım.

"Zehra Hanım, beklediğiniz satış gerçekleşti. Gelen ödemeyi size ne zaman yatırayım?" arayan Ankara'daki mal varlığım olan evimi satması için verdiğim emlakçı Erol Bey'di. Kendisi sadece emlakçı değil, Ankara'da yaşarken benim komşum rolünü üstlenmişti.

ZEHRA.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin