Sunghoon'danWonyoung'un bana söylediği gibi okul çıkışından 2 saat sonra evlerine gelmiştim. Wonyoung dans kursunda olduğu için belki birkaç dakika geç kalabileceğini söylemişti, bu yüzden evlerine gittiğimde bir an önce kendimi onun odasına atmak ve ailesiyle konuşmak zorunda kalmak istemiyordum.
Tabii bir de 'O' vardı. Wonyoung'un kardeşi Jake. Jake ve Wonyoung'un odaları karşı karşıyaydı, geldiğimde onu görmek için koridorda boş boş turlar atıyor, bilerek fazla ses çıkarıyordum. Tabii beni gördüğünde ondan büyük olduğum için eğilerek selam vermek hariç hiçbir şey yapmıyordu. Oysaki sadece selam vermek için eğilmesi beni üzüyordu, benim onun hakkında bambaşka planlarım vardı.
Kapıyı çaldığımda çok gecikmeden evdeki görevlilerden birisi açtı. İçeri girdiğimdeyse Wonyoung'un annesi beni karşılayıp birkaç rutin soru sordu ve beni Wonyoung'un odasına yolladı.
Merdivenleri çıkarken ellerim terliyordu çünkü onunla karşılaşma ihtimalimiz vardı. Sakince Wonyoung'un odasına girdiğimde yatağına kendimi attım. Şu an yan odadaki yatakta, üzerimde Jake'le olmayı dilerdim ama her zaman istediğimiz olmuyor maalesef.
Gözlerimi alışık olduğum aşırı pembe odada gezdirdim. Her yer pembenin tonları ve beyazla kaplıydı. Canım aşırı sıkıldığı için ayağa kalktım ve Wonyoung'un olmadığına emin olduğum kitaplığa gittim. Wonyoung asla kitap okumazdı, ona önerdiğim kitap isimleri hep havada kalırdı. Bunlar kesinlikle Jake'in kitaplarıydı.
İçerinden rastgele bir kitabı alıp ismine baktım. Dostoyevski, Budala. Tekrar yatağa yatarak kitabı okumaya başladım.
———
Ben 73. sayfadayken telefonum çalmaya başladı. Saat 8'e yaklaşıyordu ve Wonyoung beni daha yeni arayıp gelemeyeceğini, çünkü dans takımındaki bir kızın bir yerine bir şeyler olduğunu zırvalıyordu.
Ne kendisine, ne de sesine katlayabiliyordum. Telefonu yatağa bırakıp kitabımı okumaya devam ettim.
———
107. sayfadayken kapının bir anda açılmasını umursamadan kitaba devam ediyorum. "O benim kitabım yalnız." Gözlerimi okuduğum satırdan alıp kapının girişinde duran Jake'e çevirdim. İnanılmaz bir ukalalıkla benimle konuşuyor ve saygı kipleri kullanmıyordu. Öldüm mü yoksa rüyada mıyım?
"Üzgünüm, Wonyoung gelmeyeceğini söyleyince çok sıkıldım." Yüzünde hiçbir ifade oynamadan bakmaya devam etti. "Bir çılgınlık yapıp evine gidebilirsin." Kitabın arasına Wonyoung'un masasından aldığım bir kağıdı kaldığım sayfanın arasına koyup kitabı kapattım. "Her zaman karışıyor musun insanların işlerine böyle?" Yatağa doğru uzanıp kitabı almaya çalıştığında ayağa kalktım. Dip dibeydik, benden kısa olduğu için nefesi boynuma geliyor ve garip hissettiriyordu. İyi yönden garip.
"Eğer Wonyoung senin bebek bakıcın olmamı istemeseydi karışmazdım. Şimdi kitabımı ver ki seni insan yerine koyabileyim." Aşağıdan bakışları korkutucu görünüyordu. Arkamda duran kitabı uzanarak aldığında bir süre sırtı ve kalçasıyla bakıştık, ilk defa uzaktan yan yan bakmadığım için garip hissetmedim desem yalan olur.
Geri çekildiğinde kitabı alıp rafa geri koydu ve kitaplığın üstünde duran büyük kutulardan birisine uzandı. "Wonyoung gelene kadar şunu oynayalım." Kollarını havaya kaldırıp yukarıdaki büyük kutuyu almaya çalıştığında açılan ince, esmer beline kollarımı sarmamak çok zordu. Bir süre sonra hala kutuyu almaya çalıştığını fark ettiğimde yanına gidip kutuyu aldım.
Vücutlarımız birbirine değiyordu ve kitaplıkla benim aramda minicik kalmıştı. Bir de kutuyu alamadığı için dudaklarını öne doğru büzdüğünde, sanki ölmüşüm de üzerime toprak atmayı unutmuşlar gibi hissettim. Her ne kadar o şekilde kalmak istesem de, beni çok tanımıyordu ve rahatsız olabilirdi. Kutuyu alıp geri çekildim ve yatağın bir kenarına oturarak kutuyu açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wonyoung's Brother
Fanfiction"Sunghoon, ben seni hiç bırakmak istemiyorum." Dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Gözlerinin benim gibi dolduğunu görsem de hızlıca gözlerini kırpıştırdı. "Bırakmayacağız, Jake. Asla bırakmayacağız. Gerekirse ülkeyi zombiler bassın, gerekirse salgınl...