30

467 79 75
                                    

Atsumu annesine Osamu'yu koruyacağına dair söz verdiğinde 17 yaşındaydı.

Tabii o zamanlar annesi tamamen yasal bir şekilde özel güvenlik olarak işe alındığını ve bir şekilde Osamu'yu peşinden sürüklediğini zannediyordu. 17 yaşındaki birinin böyle bir meslek edinmesi ve evdeki ekonomik krizi hafifletecek kadar maaş alması inanılabilir değildi- ama hiçbir zaman dış dünyanın bir parçası olamayacak kadar eve kapanmış ve fakir bir kadının bunu sorgulaması da mümkün değildi.

Birkaç yıl öncesine kadar sokaklarda ortalığı birbirine katan, sürekli kendini yaralamasına rağmen vazgeçmeden yeni tehlikelere atlayan hep Atsumu olmuştu. Ebeveynleri kendisinin yaramazlıklarıyla az uğraşmamışlardı. Osamu hep bir adım geriden gelir, azıcık daha mantıklı hareket ederdi.

O yüzden annesinin kenara çektiği isim Atsumu olmuştu. Onu karşısına oturtmuş, uzun bir süre düşüneceği sözleri söylemişti.

"Atsumu, senden bir şey isteyeceğim." demişti. "Osamu- o senin gibi değil. Başına bir şey gelmesine izin verme."

Mantıklıydı. Çünkü Atsumu tam bir baş belasıydı, sıkıntıya alışmıştı. Osamu öyle değildi. O yolunu şaşırırdı, bataklıktan çıkmayı beceremezdi.

Özellikle sözde meslekleri annesinin zannettiğinden çok daha tehlikeli olduğu için. Osamu'nun peşinden gelmesini planlamadığı için.

Sorun değildi. Osamu'yu tehlikeden uzak tutmak Atsumu'nun üstlendiği en kolay ve en doğal görev olmalıydı.

Sözünü tutması tam olarak 3 yıl sürdü.

Ters giden bir görevin sonunda hastanede annesinden duyduklarını asla unutamayacaktı.

"Senin suçun!" diye bağırmıştı annesi, bir parmağı Atsumu'ya bakıyordu. "Söz vermiştin! Yalan söyledin!"

Onu sakinleştirmeye çalışan hemşireler veya Atsumu'nun babası hiç umurunda değildi. Atsumu, kendisine bakan parmağın yanlarındaki kapıya çevrilişini hiç unutmayacaktı.

O an görememesine rağmen kapının ardındaki görüntüyü adı gibi biliyordu. Nasılsa Osamu'nun hastane yatağındaki hali sonsuza dek gözlerinin ardına kazınmış, yıllar boyu kabuslarına musallat olmak üzere zihninin bir köşesinde bekleyecekti.

Ve bu tamamen Atsumu'nun suçuydu.

"Senin suçun!" Annesi oradan uzaklaştırılırken dahi Atsumu gözlerini kaçıracak cesareti bulamamıştı. "Sen olmalıydın! O sen olmalıydın!"

Aynı fikirde olmasaydı belki Atsumu oracıkta yere çökerdi. Belki o da bağırmaya başlardı. Osamu'ya özellikle geride kalmasını söylediğini, aptal Osamu'nun dinlemediğini, onun suçu olduğunu söyleyebilirdi. İnadı yüzünden çatışmanın ortasında kaldığını, Atsumu'yu dinleseydi şu an tam tersi olacağını anlatabilirdi.

Bunların hiçbiri Osamu'nun bir hastane odasında yattığı ve Atsumu'nun o kapının dışında durduğunu değiştirmezdi. O yüzden şu hayatta koşulsuz şartsız tek sevdiği kişiyi kaybetmeye bu kadar yaklaşmış annesine bahane uydurmasına gerek yoktu. Evet, o yataktaki Atsumu olmalıydı.

Bir hafta sonra uyanan Osamu'nun ilk kelimeleri şu olmuştu:

"İşi bırakmak istiyorum."

Zaten bırakmak istemeseydi de Atsumu ona izin vermezdi. Ama bunu ona itiraf edecek kadar yumuşamamıştı.

"Hiç aynaya baktın mı? Zaten işe dönebileceğe benzemiyorsun, Samu."

Osamu gözlerini devirmişti.

"Ondan değil." Sonraki kelimelerinden sonra odaya garip bir sessizlik düşecekti. "Rin'le evlenmek istiyorum. Ona yalan söyleyemem."

Birazcık zeka kırıntısı olan herkesin düşüneceği bir şeydi bu. Mantıklıydı.

48 saat √ sakuatsuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin