Bölüm şarkısı - Born to Die (Çok popüler olduğunu biliyorum ama sözleri bu bölümle çok uyumlu napıyım sksksjsjsjsj)
Ayaz güçlü bir hamleyle ceviz ağacından yapılmış masayı devirerek önümüze siper ettiğinde damla damla birikmiş kara lekeler yerlere saçıldı. O kara lekeler korkularımızdı; fakat yerle bütünleşmeden önce kopardıkları feryatlar, umutlarımızı da taşıyordu.
Dört farklı silah, dört farklı kişiye doğrultulmuştu. Silahlar; her an birinin acı çığlıklarına neden olabilir, her an birinin vücudundan nefret koyuluğunda kanlar akmasına sebep olabilirdi; buna rağmen herkes silahları sıradan bir eşya taşıyor gibi tutmuştu. Bu dört farklı silahtan her birinin diğerlerinden önce ateşlenme olasılığı, önümüze farklı geleceklere açılan farklı kapılar sunuyordu.
Ve bu kapıların anahtarları, önce kimin öleceğinden başka bir şey değildi.
Bu düşünceyi benimsemiş zihinlerimizden, önce kimin öleceği sorusu geçmiş olmalı ki; önce dört el silah sesi duyuldu, sonra üç acı çığlık.
Korkuyla oluşmuş, ama öfke tarafından biçimlendirilmiş çığlıklar.
Anneminkine benziyorlardı.
Üç zavallı ruhun, bir zamanlar ait oldukları bedene özlemle baktığını düşündüm. Acaba ruh, tüm o günahları işlemiş bedenine veda ederken ne düşünürdü? Daha doğrusu, düşünür müydü? Üç düşüncesiz ruh, bencillikle lekelenmiş bedenlerinden ayrılmıştı. Üç nefes eksilmişti dünyadan, belki de onlarca nefes eksiltenlerin nefesleriydi onlar.
"Kalk." diye emretti güçlü bir ses. Ağlamaktan kızarmış gözlerimi açılmaya zorlayarak sesin sahibine baktım. Doruk, oldukça gergin bir şekilde etrafa bakarak bir elini bana uzattı ve korkudan sindiğim köşeden kalkmama yardım etti. Ayağa kalktığımda neler olup bittiğini anlamak amacıyla gözlerimle etrafı taradım, fakat gözlerimin bir noktaya sabitlenip şaşkınlıkla açılması uzun sürmedi.
Evet, yerde uzanmış bitkin beden Ayaz'a aitti.
Kısa bir süreliğine gerçeği kavramakta zorlandım, ciddi anlamda vurulmuş muydu? Neden her şey bu kadar hızlı bir şekilde gelişiyordu? Daha o adamların kafeye girmesinden beri on dakika geçmediğinden emindim, sanki herkese rolleri söylenmişti de hızlı hızlı taklitler yapıyorlardı. Amaçları beni şoka sokmaksa kesinlikle başarmışlardı.
Şaşkınlıkla birkaç adım ilerledim ve Ayaz'ın yanına gittim. Kalbinin olduğu yer tamamen kana bulanmıştı, ölüğünden emin olmama rağmen ürkekçe ona yaklaştım ve nefes alıp almadığını kontrol ettim. İlk başta işitilebilecek seviyede güçsüz bir iki nefes olsa da, sonra ortalığı ölümün sessizliği kapladı.
Artık nefes almıyordu.
Ayaz.
Ölmüştü.
Ayaz ölmüştü.
Bedenini yavaşça kendime doğru çevirdim ve yüzüne son bir kez baktım. Az önce ifadesizdi, şimdi ise ölüm karanlığındaydı. Bu karanlıkta bile yolumuzu aydınlatacak çok şey vardı, bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Bu ifadesizlikte öyle bir ifade vardı ki tarif etmek imkansızdı.
Doruk sessizce arkamdan yaklaştı ve bir elini destek vermek istermişçesine omzuma attı.
Ben onun askerlik arkadaşı mıydım? Bu detayı umursamadım, onun sandığından daha büyük bir desteğe ihtiyacım vardı.
Beni yeniden inşa etmek gerekiyordu, parçalanmıştım.
Ayağa kalktım ve Ayaz'ın kanına bulanmış ellerimi tişörtüme sildim. Kısık sesimin düzgün çıkmasını umarak konuştum. "Gidelim." Doruk ilk başta şaşırsa da bir şey demedi ve beraber kapıya doğru yürümeye başladık. Yürürken yerde yatan adamlara baktım, acılar içinde kıvranarak can çekişiyorlardı. Ah, canımı yakanların canını yakmak. İntikam eğer buysa, cidden harikaydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHNE (#Wattys2015)
Novela JuvenilDoğru sandıklarımız aslında bir yalan, ve yanlış bildiklerimiz aslında gerçeğin ta kendisiydi. O kadar çok hayal kurmuştuk ki, gerçeğin ne olduğunu ayırt edemiyorduk. "Artık hayal kurmuyorum, yıkılmaları canımı yakıyor." Bu bir masal değil, bir den...