Dün Ken 'de kaldığım için sabah yarım saat daha uyuyabilmiştim. Lokanta, Ken'in eviyle bizim ev arasında ama Ken'inkine daha yakındı. Bu sebepten kendi evimde kaldığım günlere kıyasla daha uykusunu almış bir halde olduğumdan daha sevecendim bugün. Tabi her yarım saatte bir avucumun içine bakıp sırıtıyor olmam da buna yardımcı oluyordu. Aslında avucumdaki dâhil şu an da kalçamda iki, sol iç bacağımda ve sırtımda birer tane olmak üzere toplamda beş tane Ken'e ait parmak izi vardı vücudumda. Diş izlerini ise bir yerden sonra saymayı bırakmıştım.
Öğleden sonra iki gibi –sanırım bu rutinimiz olacaktı- kapıdan Hideo girdiğinde her ne kadar o tarafa uzakta olsam da anında gözlerimiz birbirini buldu. Hiç tereddüt etmeden vücudunu bana çevirip, konuşmaya başladı. 'Günaydın Ece. İşin bitince odama kadar gelebilir misin?'
Ben daha gözlerindeki o yoğunlukla boğuşurken, birden böyle bir giriş yaparak ne yapmaya çalışıyordu? Şu durumdayken, söylediğini anlayacağımı ya da cevap verecek kıvama gelebileceğimi mi sanıyordu? 'A... Şey... Tabi... Tabi gelirim Bay Hideo... Şey çok pardon... Hideo.' diye bir şeyler zırvalayabildim sadece.
Gözleri ışıl ışıl parlamasaydı eğer, dudaklarındaki gülücüğü saklayabilirdi belki. Saçmalamamı başıyla onaylayıp odasına girdi. Bende yokluğundan faydalanıp, derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Etrafıma baktığımda, restoranın sakin olduğuna ve şu an yanına gidebileceğime karar verdim. Bu sırada gözlerim bar taburesinde oturan Çiğdem Hanım'a takıldı. Onun da az önce Hideo'nun girişinden dolayı aynı benim gibi kalakaldığını fark ettim. Bu kadın her seferinde bizi mi dikizliyordu acaba? Açık açık ona gözlerimi devirip Hideo'nun odasına ilerledim. Bu kez kapıda beklemeyip, iki kez tıklattıktan sonra içeri girdim ve kapıyı arkamdan kapadım.
İçeri girmemle masasından kalkan Hideo bana doğru yürümeye başladı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, tüm o otoritesiyle 'Taktik değiştirmeye karar verdim Ece.' diye konuşmaya başladı. 'Centilmenlikten vazgeçtim... Bende oyundayım.'
O kadar yakınımdaydı ki ona bakmak için bir adım geri giderek arkamdaki kapıya sırtımı yaslamak zorunda kaldım. 'Anlamadım, ne oyunu?'
Az önce aramıza koyduğum bir adımlık mesafeyi aşarak birbirimize değmemize sebep olacak kadar yakınıma girdi. Sol elinin dış tarafıyla hafifçe kolumu okşadı. 'Seni istiyorum Ece.' diye fısıldarken sıcak nefesi dudaklarıma değiyordu. 'Seni tanımak istiyorum. Beni tanımanı istiyorum.' Elini yüzüme çıkarıp alnım ile yanağım arasında yavaşça hareket ettirmeye başladı. 'Sana istediğim zaman dokunabilmek istiyorum ve bana dokunmanı istiyorum... Bunu istemeni istiyorum.' Gözleri dudaklarıma indi. 'Seni öpmek istiyorum...' parmaklarını dudaklarımın üzerinde gezdirirken derin bir nefes aldı. 'Seni öpeceğim Ece.'
Bir santim bile kıpırdamıyordum. Büyük ihtimalle gözlerimi bile kırpmıyordum. Nefes almıyordum. Bana dokunduğu her yerim alev alev yanıyordu. İçim kavuruluyordu. Tanrım! Bana bu söylediklerinin hepsini yapmasını istiyordum. Biraz daha devam ederse ona yapması için yalvarabilirdim bile. Aramızdaki yoğunluk beni ağlayacak noktalara çıkarıyordu. Aynı zamanda hiç olmaması gereken saçma bir soru sormama neden oluyordu. 'Şimdi mi?'
Kısacık bir gülüş verdi bana. 'Seni şimdi mi öpmemi istiyorsun?'
Derin bir nefes almaya zorladım kendimi. Gözlerimi kırpıştırdım. 'Yapma! Lütfen!' diye yalvardım. Çünkü beni öpse asla karşı koymazdım. Koyamazdım. Şuan dudaklarına yapışmamak için bile kendimle savaş veriyordum.
'Asıl sen yapma Ece! Aramızdakini görmüyor musun, hissetmiyor musun?'
'Ken'i seviyorum.' dedim çaresizce. Ben gidemiyorsam onun beni bırakmasını sağlamalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)
Fantasy"Benim halkım insanlar değil! Benim halkım hayvanlar... Benim halkım ağaçlar... Benim halkım kitaplar." [ECE MONTARO] Ece, her hafta aynı şeyleri gördüğü rüyasının sayısı arttığında hiçbir şeyden...