Ken'in odasında pencerenin yanında duran uzun koyu yeşil kanepede oturmuş, onun yüz üstü yatakta uyumasını izliyordum. Belki on kez iyi olduğunu ve yalnız kalmak istediğini söylemesine rağmen, burada olduğumun farkına bile varmayacaksın diyerek yaptığım ısrarlarımdan bıkıp kanepede oturmama izin vermişti.
O lanet saldırıdan sonra onu nasıl bırakabilirdim ki?
Hissettiğim korkunun kırıntıları, üzerinden saatler geçmiş olmasına rağmen hala bedenimdeydi. Beni ilk vuran Zaria'nın hisleri olmuştu. Ken'in atı onun kardeşiydi ve onun için hissettiği korku ve endişe benim de bütün vücuduma salınmıştı. Onlardan birine gelebilecek zararın ise beni dizlerimin üzerine çöktürdüğünü deneyimlemek korkunçtu. Kalbim onlar için korkuyla atarken bir de üzerine Ken'in saldırıya uğradığını öğrenmek...
Zaria'nın tüm isteklerine rağmen onu olay yerine tek başına yollayamadım. Korkum her şeyin üzerine çıktı ve ona hemen yanımıza gelmesini emretmiştim. Hayvanlarımdan hiçbirine dokunmalarını istemememe rağmen fazladan yardıma ihtiyaç duyabileceğimizi düşünüp, Zaria'dan, geri kalanlar için de birer at istemiştim. Neyse ki beni bunun için hiç pişman etmemişlerdi. Rafu ve Raidon'ın orada olup, büyük işi halletmeleri onları gözümde birer kademe yukarı taşımıştı.
Ve bu yaşanılan olayın bana öğrettiği en önemli şey ise, bir an önce dövüşebiliyor olmam gerektiğiydi. Üstelik sadece akademideki derslerle yetinemezdim. Bana Corey'in de Yasemin'in de ayrı ayrı ders vermeleri gerekecekti. Bu konuda gerçekten iyi olmak istiyordum.
Ken'in kıpırdanıp, yüzünü benden tarafa dönmesiyle aklımdaki bütün düşünceler etrafa dağılıp kayboldu. İçeride kalan bedenimi yanıp tutuşturan tek düşünce ona dokunmak oldu... Saç çizgisinden ufacık görünen yara içimde öfkeyi hareketlendirdi. Ozawa'ların yanımızda olma seçeceklerini düşünmüştüm ama artık ayaklarıma da kapansalar hiçbiriyle anlaşma yapmazdım. Şuan hepsini yok edemediğim için kendimden de nefret ediyordum. Hideo bu işi politik oynamak zorunda olduğumuzu söyleyip duruyordu ama ben politikadan nefret ederdim.
Söyledikleri gibi, ben lanet bir tirandım.
Anlaşmalar, orta yol bulmalar, harekete geçmeden ya da konuşmadan önce en az iki kez düşünmeler... Hiçbiri bana göre değildi. Bana göre olan şey, karşımda olan herkesi yok etmekti ama yine Hideo'nun dediğine göre bunun içinde kraliçe olmayı beklemem ve sabretmem gerekiyordu... Ama lanet olası sabır da bana göre değildi!
'Benden daha kötü görünüyorsun.' diyen Ken'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
'Bütün Ozawa'ları öldürmek istiyorum.' derken, dizlerimi yukarı çekip kolumu etrafına doladım.
Yüzünün yarısı hala yastıkta olduğundan boğuk bir sesle, 'Bu lanet yer, insanın öldürme içgüdüsünü tetikliyor.' dedi. Elini uzatıp yarı kapalı gözlerinin ardından bana baktı. 'Buraya gel de ikimizin de ruh sağlığı kontrol altına alınsın.'
Teklifini ikiletmeden hızlıca oturduğum yerden kalkıp yatağa ilerledim. 'Seni özledim demenin farklı bir yolu mu bu?'
'Mühür bir işe yarasın demenin farklı bir yolu bu' diye homurdandı.
Onu umursamadan yatağa çıkıp, çıplak sırtına küçük bir öpücük bıraktım ve oraya başımı yaslayıp beline sımsıkı sarıldım. Oluşan parlamalara gülümseyip, gözlerimi kapayarak aramızdaki bağın bizi rahatlatmasına izin verdim ama başkaları aynı düşüncede olmayacak olmalı ki aradan beş dakika bile geçmeden odanın kapısı çaldı.
Belli bir ritimle birkaç kez çalan kapı, Ken'in altımda hareketlenmesine sebep oldu. Kollarının üzerinde doğrulup kapıdaki kişiye gelebileceğini söyleyince ondan uzaklaşmak zorunda kaldım. Hızlıca içeri girip kapıyı kapayan kişinin kız kardeşi Ren olduğunu görünce az önceki ritim şimdi bir anlam ifade etmişti. Muhtemelen aralarında daha önceden konuşup ayarladıkları bir koddu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)
Fantasy"Benim halkım insanlar değil! Benim halkım hayvanlar... Benim halkım ağaçlar... Benim halkım kitaplar." [ECE MONTARO] Ece, her hafta aynı şeyleri gördüğü rüyasının sayısı arttığında hiçbir şeyden...