Sabah gözlerimi açmama sebep olan şey geceden sessize almayı unuttuğum aptal telefonumun sesiydi. Komodine uzanıp yarı kapalı gözlerimle telefonu elime aldığımda, ekranda Hideo'nun adını görmem, dün yaşadıklarımın hepsinin üstüme hücum etmesine ve anında ayılmama neden oldu.
Tedirginliğimi bir kenara atıp telefonu açtım. 'Alo?'
'Günaydın. Biliyorum aramamam gerek ama saat on iki ve sen işe gelmeyince merak ettim.' dedi, hissettiğim kadar gergin bir sesle.
'Sen bu saatte restoranda mısın?' diye gereksiz bir soru sordum.
'Bir an önce seni görmek istedim. Bu kadar bile zor dayandım.' Sesinden rahatladığı belli oluyordu.
Olabilecek her olasılığa rağmen gülümsedim. 'Bana gelebilir misin?'
'Tabi ki gelirim... Bir sorun mu var? İyi misin sen?' Şuan kaşlarını çattığından emindim.
'İyiyim, gelince konuşalım olur mu?'
'Hemen geliyorum.' diyerek telefonu kapattı.
Hızlıca yataktan çıkarak, pijamalarımı kot ve ince askılı bir tişörtle değiştirip banyoya gittim. Yüzümü yıkamak için elimi musluğun altına götürdüğümde, gözüme çarpan şeyle donup kaldım. Avcumdaki Ken'in parmak izi dövmesi... Kalbime aniden giren sancıyla baş edemeyip yere, dizlerimin üzerine çöktüm. Onu kaybettiğimi hatırlamak ruhumu çaresizce çırpındığım bir girdaba sürükledi. Titreyen parmaklarımla dövmenin üzerinden geçerken orada ne kadar süre o şekilde kaldığımı bilmiyordum. Beş dakika? Yirmi beş dakika? Üstelik zaman kavramını yitirmiş olmam hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Yasemin'in gelip omuzlarıma sarılmasıyla gözlerimi dövmeden çekebilmiştim. Ona, 'Ken...' diye fısıldadım sadece titreyen sesimle.
'Biliyorum canım, biliyorum.' dedi hüzünle. ' Hadi kalkalım ve yüzümüzü yıkayalım.' derken kendiyle birlikte nazikçe ayağa kaldırdı beni.
Aynada kendimle yüz yüze gelince ağladığımı fark ettim. Gözlerimi silip ağır ağır yüzümü yıkadıktan sonra Yasemin'in peşinden odama girdim. Elime tarak tutuşturup, beni boy aynamın önüne geçirdi. Ona hafifçe gülümseyerek saçlarımı taramaya başladım.
'Hideo ile konuştum buraya geliyor.' diye konuyu değiştirirken, kalbime yüklenen basıncı azaltmaya çalışıyordum.
'Konuştuğumuz gibi hiçbir şey söylemedin değil mi?'
Başımı iki yana salladım. Muhtemelen her şeyi bildiğimi bilse buraya gelmezdi. Yüz yüze ve Yasemin -koruyucum- yanımdayken konuşacaktım. Tehlikede olduğumu hissettiğim an, oradan uzaklaşarak, işi Yasemin'e bırakmaya söz vermiştim.
Saçlarımı taramayı bırakıp omuzlarıma saldığımda, kapının sesiyle ikimizde durup birbirimize baktık. Yasemin'in o tarafa doğru ilerlemesiyle onu takip ettim. Kapıya geldiğimizde Yasemin bir adım geri çekilerek başıyla açmamı işaret etti.
Derin bir nefes alıp, bütün bedensel, zihinsel ve duygusal savunmamı oluşturmak için kendime bir saniye kadar daha izin verdikten sonra kapıyı açtım. 'Günaydın' derken, gülümsememe engel olamadım.
Gülümsediğimi görünce yüz hatlarının gevşediğini fark ettim. 'Günaydın.' diyerek yanıma gelip yanağımdan öptü.
Onlar Yasemin'le selamlaşıp salona ilerlerken, ben kokusunun etkisinden çıkmaya çalıştım. Sem her an saldırıya hazır bir biçimde ayakta kalırken, ben ilerleyip Hideo'nun karşısındaki koltuğa oturdum.
Göz göze geldiğimizde, 'Konuşmamız gerek. Benim daha dün öğrendiğim, hala tam olarak anlayamadığım ve şokunu üzerimden atamadığım bazı konularla ilgili... Konuşmamız gerek.' derken, içimden lütfen bu işten sağ salim çıkalım diye dua ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)
Fantasy"Benim halkım insanlar değil! Benim halkım hayvanlar... Benim halkım ağaçlar... Benim halkım kitaplar." [ECE MONTARO] Ece, her hafta aynı şeyleri gördüğü rüyasının sayısı arttığında hiçbir şeyden...