38. Bölüm

24 1 0
                                    


Dizini ve belini bükmen gerek.

Belini bükerse, dik duruşu bozulur.

Bükmezse de sıçrayamaz.

Dik duramazsa da tacı düşer.

Taç kimsenin umurunda değil, hayatı söz konusu.

Taç, Ece'nin umurunda.

Bıkkınlık içinde kendimi yere, artık erimeye başlayan karların arasına bıraktım. 'Lütfen şunu kesin artık.'

Utram ile yaptığım rutin çalışmalara, bugün, birden ortaya çıkıp ağaç dallarından birine konan Pikotka da katılmıştı. Ve son bir saattir yaptığım her hareket hakkında tartışıyorlardı. Utram savaşçı kimliğimi geliştirmeye çalışırken, Pikotka kraliçe kimliğimi korumakla ilgileniyordu.

İkisi de mükemmeldi ama artık başım ağrımıştı. Nefeslerimin arasından konuşabildiğim kadarıyla, 'Bugünlük bitirelim Utram.' diye seslendim.

Tamam, üzerini değiştir. Seni saraya götüreyim.

Utram ile üç gün önce Akademideki durumlardan bahsettiğimizden beri, her yaptığımız antrenmana bir öncekinin üzerine bir saat daha ekleyerek devam ediyorduk. Bunu aramızda ne konuşmuş ne de tartışmıştık. O yapmıştı, bende karşı çıkmamıştım. Beni, yaklaşan savaşa hazırladığının ikimiz de farkındaydık.

Üşümemek için hızlıca hazırlanıp pelerinime sarındım. Utram yanıma geldiğinde, çantayı başımdan geçirip üzerine atladım. O kadar yorgundum ki saraya kadar beni taşırken her an sırtında uyuyakalabilirdim. Odama çıkan merdivenleri tırmanırken ayaklarımın bana küfür ettiklerini duyar gibi oldum. Soyunup kendimi duşakabinin içine attığımda yapabildiğim tek şey sıcak suyun altında öylece beklemekti.

Su üzerimden akarken aklıma, Ken ile köye gittiğimizde, annesinin eline tutuşturduğum not gelmişti. İsyancı grup liderine yazdığım, onunla görüşmek istediğimi belirten notu, o akşam onlara ulaştırabileceğini söylemişti. Ama o günden beri kimse bizimle iletişime geçmemişti. Muhtemelen bize güvenip güvenemeyeceklerini tartıyorlardı. Ailem hakkında bir şeyler biliyorlarsa ya da bir Talakan ile eşleşmem onlar için bir anlam ifade ediyorsa, isteğimi bir noktada kabul edeceklerini biliyordum.

Eğer bir savaşa gireceksem eli silah tutan bir ordum olmak zorundaydı, değil mi? Feda edilebilen bir ordu!

Aslında ormanda kocaman bir ordum vardı. Ama hiçbiri feda edilemezdi!

Banyonun kapısındaki hareketliliği fark ettiğimde kendime çektiğim bacaklarıma kollarımı dolayıp başımı kaldırdım. Hideo kapının kenarına yaslanmış beni izliyordu. 'Ne düşünüyorsun?'

Sorusunu es geçtim. 'Ne zamandır oradasın?'

Kapıdan ayrılıp bana doğru yürürken tişörtünü çıkarıp yere bıraktı. Altındaki siyah eşofman ve dağınık saçları, Akademiden çıktıktan sonra doğruca yatağa girdiğini gösteriyordu. 'Önce ben sordum.' Duşa girmeden karşımda durduğunda, parmağıyla arkamı dönmemi işaret etti. Bedenimi zorlayarak söylediğini yaparken, kolunun şampuana doğru uzandığını gördüm. 'Anlat.'

Saçlarımla ilgilenmeye başladığında gözlerimi kapatıp başımı hafifçe geriye verdim. 'Bizimle birlikte savaşacak soylular bulmalıyız.'

Onların güçlerine ihtiyacım olduğunu inkâr edemezdim. Üstelik her şey bittikten sonra da onlara ihtiyacım olacaktı. Sonuçta hepsine zor kullanamazdım. Güvenebileceğimiz, en azından iş birliği sağlayabileceğimiz soylular bulmak zorundaydık. Üstelik her aileden iş bilen en az birkaç gruba sahip olmalıydık.

ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin