35. Bölüm

29 1 0
                                    

 KEN TALAKAN (OZAWA)

  Kolumdaki mor bilekliği çıkarıp cebime koydum. Ren'i sonunda bana yardım etmesi için ikna edebilmiştim. Dün akşam Takeo'nun oyunundan sonra odama girip yorgunluktan bayılmadan hemen önce... Şimdi tünelden çıkıp geçen sefer gittiğim pazar alanına doğru ilerliyordum.

Akademinin ardından uyumak için odama gideceğimi söyleyip hızlıca buraya kaçmıştım. Ren ile anlaştığımız saate göre biraz geç kalmıştım çünkü aptal adabı muaşeret dersi uzamıştı. Yıkılmak üzere görünen harabe binaların arasında ilerlerken kimse olmamasına rağmen pelerinimin kapüşonu kafamı örtüyordu. Tanınma riskine giremezdim. Çünkü bu kez işin içinde kız kardeşim de vardı.

Girdiğim ara sokağın sonunda kız kardeşimi sırtını bir binaya vermiş beni beklerken buldum. Etrafı talan eden gözleri beni bulduğunda endişeyle kısıldı. Başımla ona ilerlemesini işaret ettiğimde beni ikiletmeden hemen harekete geçti. Yaklaşık on beş adım kadar önümde yürüyordu. Endişeden sadece önüne baktığını fark ettiğimde etrafı kolaçan etme işini ben devraldım.

Sağ arkamda kalan pazar yerini bu kez boş görmek, aklıma bu işin belli günler yapıldığını mı yoksa ellerinde ürün olduğunda yapıldığını mı sorusunu getirdi. O bayat meyve sebzelere ne kadar ürün derseniz artık...

Etrafta dolanan insanların beni tanımaları pek mümkün görünmüyordu çünkü hepsinin kafaları ya aşağıya ya da tam önlerine bakıyordu. Bu sikik hareket onlara bir marş gibi ezberletilmişti. Hepsinin üzerinde neredeyse bir forma gibi aynı renk –kahverengi ve siyah- kıyafetler vardı. Yırtık, yamalı, kirli ve bol... bol olması bir zorunluluk muydu yoksa sürekli bir zayıflama evresindeler miydi?

Geçtiğimiz her sokak, her cadde birbirinin benzeri evlerden oluşmuş derme çatma gecekondu mahalleleriydi. Neredeyse üst üste binecek evler, daracık sokaklar, taş binalar, kırılmış pencereler, muhtemelen yağmur kaçıran işe yaramayan çatılar, evlerin önünde sokaklara yayılmış değersiz eşyalar...

Tanrım, gözlerimi kapatmak istiyordum.

Soyluların bu tarafa gelmek istememelerinin nedeni o kadar barizdi ki... Bununla yüzleşemiyorlardı. Çünkü görürlerse gece rahat uyuyamayacaklardı. Artık yiyeceklerini vicdan azabı çekmeden dökemeyeceklerdi. Kıyafetleri sadece kırıştığı için onları öğütücüye veremeyeceklerdi. Boyası çıkan ayakkabılarını atamayacaklardı. Evlerinde çalışan hizmetlilerini görmezden gelemeyeceklerdi.

Onları sadece gözlerine baktıkları için cezalandıramayacaklardı.

Siktir!

Ellerim iki yanımda öfkeyle yumruk haline gelirken aklımdaki tek düşünce, Ece'yi de buraya getirmek zorunda olduğumdu. Burayı görmek zorundaydı.

Ren, birkaç oğlan çocuğunun gazete kâğıdından yaptıkları topla oyun oynadıkları bir sokaktan sola dönüp sonunda bir evin önünde durduğunda arkasında kalıp kapıyı açması için oyalandım. İki binanın arasına sıkışmış dar, iki katlı, sıvasız bir evdi. Ren'in girdiği demir kapıdan etrafı son bir kez kolaçan edip geçtim.

Hemen önümde dar tahta merdiven yukarı doğru hafifçe kıvrılıyordu. Merdivenin altında karanlıkta kalan kısımda dar plastik bir kapı vardı. Ren arkamdan kapıyı kapatıp başıyla merdivenleri işaret ettiğinde yukarı doğru çıkmaya başladım. Merdiven yükseldikçe tavan alçaldığından çarpmamak için belimi bükerek ilerliyordum. Neyse ki uzun sürmeyen basamaklar bittiğinde önüme çıkan dar kapıdan başımı eğerek geçtim ve sonunda doğruldum.

Kafamdaki kapüşonu indirdiğimde, küçük odanın ortasında kurulu soba yüzüme sıcacık bir hava üfledi. Onun arkasındaki sedirde oturan annem... Gözleri yaşlarla parlayarak bana bakıyordu. 'Ken!'

ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin