Yarım saat sonra yanımıza gelen Corey 'den bulunduğumuz katta bize ait bir yemek odası olduğunu öğrenmiştik. Vakit kaybetmeden hep birlikte ilerlediğimiz odanın, ortasındaki uzun dikdörtgen masa yemeklerle doluydu. Corey içeri hepimizden önce girerek, masanın başındaki, diğerlerine göre biraz daha süslü olan koltuğu geriye çekip bana baktı.
Ah, evet. Ben bir kraliçeydim ve masanın başköşesine kurulmalıydım... Eğer etrafta yabancı birileri olsaydı hiç sorun çıkarmadan Corey'in gösterdiği yere otururdum ama biz bizeyken böyle bir resmiyete gerek yoktu.
Ken, Corey'in yaptığına gözlerini devirerek, hemen onun sağındaki koltuğa oturduğunda bende hızla gidip yanındaki yere kuruldum. Hala masanın başında beni bekleyen Corey'e dönüp, 'Teşekkürler Corey ama burada daha mutlu olacağım.' dedim.
Corey anladığını belirtircesine başını sallayıp başka bir konuya değindi. 'Yemekten sonra odalarınızda terziler kıyafet hazırlıkları için sizleri bekliyor olacak. Her birinize, yarın akşam verilecek davet için özel kıyafetler hazırlanacak.'
Yasemin masanın etrafından dolanarak Ken'in karşısındaki koltuğa oturdu. 'Ne daveti? Kimse bizi bir yere davet etmedi.'
'Sizlere zaten hiçbir davet için davetiye gelmez. Kraliyet ailesi olarak her davete katılmanız beklenir... Fakat bu geleneksel bir davet... Akademi başlamadan hemen önce kraliçe için bir davet verilir. Bütün önemli soylular ve aileleri katılır. Meclisinize katılmak isteyen herkes o gece orada olup, Akademi için başvuru yapar.'
'Onlara davetten mi bahsediyorsun?' diyerek içeri giren Hideo ile birlikte yüzümde anlamsız bir gülümseme oluştu.
Tanrım, çok mu aptalım, yoksa fazla mı âşık?
Corey onun sorusunu yanıtlarken, Hideo gözleri üzerimde bana doğru yürüyordu. Yanıma gelip boynumdan tutarak, başımın tepesine içimi ferahlatan bir öpücük kondurdu. 'Günaydın güzelim.' Dudaklarını yanağıma sürterek yavaşça kulağıma doğru indirdi. 'Seni özledim.'
Başımı yüzüne doğru kaldırıp ona kocaman gülümsedim. Fakat Ken'in hemen yanımdaki varlığı, ona onu özlediğimi belirten herhangi bir hamle yapmamı engelliyordu. 'Günaydın.' derken gözlerimde oluşan ışıltıdan duygularımı anlamasını umdum.
Yasemin'in, 'Birbirinize dokunmayı keser misiniz? Burada kahvaltı yapmaya çalışıyorum ve mühür parıltılarınız gözlerimi aldığından hiçbir şeyi net göremiyorum.' diye söylenmesiyle, gülümseyerek benden ayrılan Hideo, masanın etrafından dolanıp onun yanına oturdu. Sem muhtemelen fazla aç olduğundan huysuzluğu üzerindeydi çünkü ışıltılar göz alacak kadar parlak değillerdi. Her zaman huzur verici bir yumuşaklığa sahip oluyorlardı.
Corey dışarı çıkıp ardından kapıyı kapattığında, herkes gibi benimde dikkatim yiyeceklerle dolu masayı buldu. Humuslu simit dilimlerini gözüme kestirdiğimde hemen elime alarak karnımı doyurmaya başladım.
Daha ikinci lokmamı ağzıma attığım sırada Hideo'nun 'Davetten hemen sonra Akademide eğitimler başlayacak.' demesiyle bütün dikkatimi ona yönelttim.
Yasemin içini avokado ile doldurduğu ağzıyla, 'Bu kadar çabuk mu?' diye sordu.
Ağzımdaki lokmayı yutup, 'Çabuk olması daha iyi. Bu işi bir an önce bitirmek istiyorum.' dedim.
Hideo başını sallayıp benimle aynı fikirde olduğunu belirttikten sonra devam etti. 'Şimdiye kadar ki kraliçeler, Akademi süresince, henüz taçlarını takmadıklarını öne sürerek sarayda kalmadılar. Amaç, halka, mütevazı davranabileceklerini göstermekti... Mecbur değilsiniz ama herkes bizden bunu bekliyor olacak ve eminim Sora çoktan kendine şehirde bir ev bulmuştur bile'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECE -Pawa Günlükleri- (KİTAP OLDU!)
Fantasía"Benim halkım insanlar değil! Benim halkım hayvanlar... Benim halkım ağaçlar... Benim halkım kitaplar." [ECE MONTARO] Ece, her hafta aynı şeyleri gördüğü rüyasının sayısı arttığında hiçbir şeyden...