▶︎ ikinci bölüm.

422 115 30
                                    

Pencereden yansıyan güneş ışığı ile gözlerimi araladım. İçeriden Mina ve büyükannemin sesleri geliyordu. Sanırım yine bir konuda zıt düşünceler içerisine girmişlerdi. Yataktan kalkıp uzunca bir esnemeden sonra aynamın önüne geçtim, egolu değildim ama kendime bakmak hoşuma gidiyordu. Ardından formamı giyinip salona doğru hareket ettim.

"Günaydın!" Gülümseyerek masaya oturduğumda ikiside şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştım?

"Sanırım bugün doğru tarafından kalkmışsın Jisung." Büyükannem neden böyle bir şey söylemişti ki şimdi? Anlamaz bakışlar attığım sırada Mina bana bakıp gülmeye başladı. Bu kadar komik olan şey de neydi şimdi.

"Neyiniz var sizin? Ve sen neden durduk yere bana gülüyorsun?" Ben bu cümleyi kurduktan sonra Mina'nın gülüşü daha da büyüdü, benim bakışlarım ise daha da koyulaştı.

"Tamam yeter artık daha fazla dayanamayacağım." Elimdeki tabağı masaya fırlatır gibi bırakmam ve dışarı çıkmam bir olmuştu. Birkaç adım sonra Mina ardımdan gelmeye başladı.

"Jisung sakin ol." Sakindim ben zaten. Neden sakin olmayayım ki?

"Gayet sakinim ben." Gülümseyip fazla sert olmayacak şekilde omzuna vurduğunda bende istemsizce olarak gülümsedim. Bu kıza sinirli kalmak cidden zordu.

"Dün çok gariptin kafana taş düşmüş gibiydi, bu yüzden büyükannem öyle söyledi." Dünün ne gibi bir garip yanı vardı ki? Acaba fazla mı uyumuşum hiçbir şey hatırlamıyorum.

"Nasıl gariptim?" Yüzüm ona dönüktü ama hâlâ yürümeye devam ediyordum.

"Garip işte. Hafıza kaybı yaşamış gibiydin, sorduğum sorulara soru ile karşılık veriyordun. Sürekli sızlanıp duruyordun. Her şeyden şikayet ediyordun, hatta bir ara sana neden abi dediğimi sordun. Cidden farklıydın." Bunları ben mi yapmışım? Yok bana cidden bir şey olmuş, düne dair herhangi bir şeyi hatırlamıyorum.

"Hey Mina, söylesene bugün günlerden ne?"

"Salı, haftanın ikinci günü." Bir anormallik vardı. Pazar gününden sonrasına dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Bunu daha önce hiç yaşamamıştım, dünün farkı neydi ki?

Cevap vermedim, Mina da konuşma konusunda ısrar etmedi, ikimizde sustuk. Tek yaptığımız rüzgarın sesiyle beraber cadde boyunca yürümekti. Buluşma noktasına yaklaşmıştık ancak etrafta kimsecikler görünmüyordu. Genelde erken davranan taraf onlar iken bu sabah acele eden ben olmuştum.

"Çok mu erken geldik acaba?" Mina gelişigüzel sorduğum soruya omuz silkerek çimenlerin üstüne bırakmıştı kendini, bende yanına oturmuştum.

"Bekleyelim biraz gelirler birazdan. Hem sürekli onlar mı ağaç olacak biraz da biz olalım bakalım." Kıkırdayıp çantasını kenara bırakarak kendini bana yaslamıştı. Temas kurmaktan asla çekinmiyordu, açıkçası böyle olmasını seviyordum.

"Peki madem." Kısa bir cevap oysa uzun bir bekleyiş gelmişti ardından. Yaklaşık 10 dakika geçmişti buraya geleli. Tam ayaklanıp gidelim diye Mina'ya yalvaracaktım ki görüş alanıma güneş kadar sarı olan saçlar girmişti. Aşağıdan yukarıya doğru yaklaştıkça artan sesler bekleyişin sonuna geldiğimizi belli ediyordu. Kavga mı ediyordu bunlar?

"Hep senin yüzünden!" Yuqi, Felix'in kendine söylediği sözü görmezden gelip Mina'nın yanına doğru ilerlemişti. Felix ise kendi kendine bir şeyler geveleyerek bana doğru geliyordu. Yok ben eminim bugün herkes kafayı sıyırmış. Az önce biz şimdi ise bunlar, insanlar aynı gun tersten kalkabilir mi? Ben ikna oldum.

"Kanka günaydın diyeceğim de günün kararmış senin. Ne bu hal?" Felix kırpmaya tenezzül bile etmediği gözlerini bana çevirip 'canına mı susadın?' bakışı atarken benim yaptığım bu olaydan zevk almaktı.

"Sorma kanka sorma sabah sabah insanı çileden çıkarıyorlar, neymiş saçı nemden dolayı dalgalanmış bu halde okula gidemezmiş. Evin içinde fön makinesi ile dans ediyor saatlerdir." Hepimiz beraber gülmeye başladığımızda gülmeyen tek kişi Yuqi'ydi. Bize adeta 'elbet bana işiniz düşecek' der gibi bakıyordu. Eğer yüz ifadesini görseydiniz sizin de ciddi kalmanız pek mümkün olmazdı.

Bizi bırakıp ayağını yere vura vura ilerlemeye başladı. Fazla alıngan biriydi yine de bu huyunu seviyordum. Biz de peşinden ilerlerken felix bir kolunu omzuma atarak bana döndü.

"Bugün daha iyisin sanki?" Hah geldik en can alıcı noktaya.

"Ne demek daha iyi gibisin? Önceden kötü müydüm yani?" Felix tek gözünü kısıp bana baktığında ne yalan söyleyeyim bir an aklımdan 'acaba bunlar bana topluca şaka falan mı yapıyor?' fikri geçmedi değil.

"Dalga mı geçiyorsun Ji?" Ciddi konuşmaya başladığında adımlarım yavaşlatmaktan ziyade durmuştu.

"Neden dalgalı geçeyim anlamadım Felix bir şey oldu da benim mi haberim yok? Neden sabahtan beri büyükannem de dahil herkes bana iyi olup olmadığımı sordu?" Benimle beraber durup olayları sorgulamaya başlamıştı bile. Bari Felix bir cevap versin.

"Kanka dün ne bileyim hani sen, sen gibi değildin. Sanki biri senin yerine geçmiş gibiydi. Hatta şuan farkettim dün kravat takmamıştın." Son cümlesi biraz düşünmeme neden olmuştu. Ben okula asla kravat takmadan gitmezdim. Hatta bağlamayı bilmediğim için Mina'ya yaptırırdım.

"İyi de ben hiçbir şey hatırlamıyorum, ne saçma iş." Mina ve Yuqi durduğumuzu farketmiş olacak ki yanımıza gelmişlerdi.

"Ne oldu?" Yuqi, Felix'e sorgulayıcı bakışlar sunarken ben olayı kavramaya çalışıyordum. Beklemedim, cevap vermedim. Bir sorun vardı ve sorun benimle alakalıdıydı. Şuanlık, en azından sorunun ne olduğunu bulana kadar saklı kalması daha iyi bir seçenekti sanırım.

"Hey Ji! Ne oldu neden birden yanımızdan ayrıldın?" Küçük bir gülümseme, omuz dikleştirme ve eller cebe. İşte şimdi yalan söylemeye hazırım.

"Dün biraz hasta gibiydim herkese ters davrandım bugün de hepiniz bana iyi misiniz diye sorduğunda önemli bir şey olduğunu düşündüm dünkü davranışlarım aklıma gelmedi." İdare eder.

"Kanka baştan söylesene. Bir sorunu mu var diye düşündük biz de." Hayır dercesine kafa sallayıp yürümeye devam ettim. Okula nerdeyse varmıştık. Geç kaldığımıza emindim.

Okul girişine geldiğimizde ayrıldık. Kızlar sınıflarına biz ise kendi sınıfımıza gittik. Kapıya kadar ilerledik ancak içeriden hiç ses gelmiyordu.

"Kesin hoca geldi içeriden hiç ses gelmiyor." Kapıya yasladığım kafamı geri çekip elimle kapıya tıkladım. Kapıyı açıp içeriye bir adım attığımızda hoca cidden gelmişti. Özür dileyip yerlerimize geçtik. Neyse ki tam yoklama aldığı anda gelmiştik. Adının sıranın sonlarında olması harika bir şey.

"Han Jisung?" Adımı duymam ile bana dönen bakışlar garip hissettirmişti. Umursamadan elimi kaldırıp cevap verdim.

"Buradayım." Hoca dudağınının bir kenarını kıvırıp bana bakmadan gülerken ben ise boş gözlerle sınıftakilere bakıyordum.

"Demek bugün adını hatırlıyorsun."
Buna cevap vermeli miyim yoksa sessiz kalıp alttan mı almalıyım cidden bilmiyorum.

Bir şey demeden önüme döndüm, üzerimdeki bakışlar yeterince gericiydi, fazla aksiyona gerek yoktu.

Çantamdan defteri aldım ve yoklama işinin bitmesini beklerken biraz karalama yaptım. Bu iş hoşuma gidiyor her ne kadar hobi olarak kalsa da. Hoca tahtaya problemler yazmaya başladığında çizimi silmek istemedim, sayfayı çevirdim ve yazmaya başladım. Sorular gereksiz uzundu.

Dersin bitme vakti yaklaşıyordu oysa ben dersin yarısında sıkılmış ve karalamalarıma geri dönmüştüm. Matematik sevmezdim, ilgi alanım değildi. Defteri kapatıp çantaya koyacağım sırada yere bir şey düştü, bir kağıt parçası. İkiye katlanmış kağıdı yerden alıp biraz dışını inceledim. Benim defterimden kopartıldığı barizdi, ardından ise katlanmış kağıdı araladım. Kağıtta yazan şey içinde bulunduğum durumu daha da karmaşıklaştırıyordu. 'Kimsin sen?' aynı soruyu bende notun sahibine mi sormalıyım? Bu ne anlama geliyordu cidden bilmiyorum ancak dün rüya olarak düşündüğüm şey gerçek ise büyük bir sorunumuz var demekti.

Çünkü dün başkasının bedeninde, şehrin ortasında bir gün geçirmiştim.

senin adın 𝜗𝜚 minsung. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin