▶︎ beşinci bölüm.

245 94 20
                                    

"Masa 6, 7 ve 10 sipariş bekliyor!"

"Minho, bu tabak masa 8'e gidecek."

"Minho, sana mantar kalmadığını söylemiştim!"

"Acele et, Minho!"

"Şu tabakları mutfağa bırak."

"Minho, neredesin?!"

"Siparişi aldın mı?"

Ne zaman bitecek bu rüya. Bir italyan restoranında çalışıyordum, yani öyleymiş. Akşam olduğu için restoran fazlasıyla insan ağırlıyordu. Kore tarzından çok uzak bir italyan restorandı burası. İçerisi turuncu ışıklar ve küçük mumlar ise dekore edilmişti. Sahiden şık bir yerdi.

"Buyrun efendim. Afiyet olsun!" Elimdeki tabağı 4 numaralı masaya koyarak sıradaki masaya doğru yöneldim, sürekli mutfak ve yemek alanı arasında koşturuyordum.

"İşte Margaritanız efendim. Afiyet olsun!" Elimdeki son yemek tabağını da bıraktıktan sonra masalardaki boş tabakları da alarak mutfağa geri döndüm.

"Al bakalım, Minho. Bu lazanya tabağı masa 5'e gidecek." Şefin verdiği tabağı da alarak masaya doğru ilerledim. İçerisi cidden çok kalabalıktı. Elimdeki tabağı masaya koyarak ordan ayrıldım. Mutfağa diğer siparişleri almak için dönerken bir adam bana seslendi, yönümü ona doğru değiştirdim.

"Pardon ama risottomdan kürdan çıktı." Gevşek bir sesle alay eder gibi söylediği cümle canımı sıkmıştı. Yemeğin içine o kürdanı kendi koyduğu çok açıktı, işimden olmamı mı istiyordu bu herif?

"İyi de İtalyan restoranlarında kürdan olmaz." Kısık çıkan sesime karşın elini masaya vurarak ayaklanmış, salondaki bütün bakışları üstüne toplamıştı.

"Sen bana yalancı mı demek istiyorsun?!" Tam ağzımı açıp cevap verecek iken Dahyun yanımıza gelerek konuşmamı engelledi. O da burada çalışıyordu, bugün tanımama rağmen ona çok ısınmıştım.

"Ah, özür dileriz. Lütfen bu hatamızı görmezden gelin. Bu seferki yemeğiniz bizden olsun, çalışanlarımız tabağınızı değiştirecektir." Kolumdan tutup beni arkaya doğru götürürken bir yandan da başka bir garsondan masa ile ilgilenmesini istiyordu.

Mutfak kapısı ile giriş arasında kalan boşluğa kadar gelip elini nazikçe kolumdan çekti. Ardından kolumdan uzaklaşan eli omzuma çıktı.

"Özür dilerim." Kafasını sağa sola sallayıp nazikçe gülümsedi.

"Özür dilenecek bir durum yok, Minho. Sen yanlış bir şey yapmadın. Sadece o kadar kişi içerisinde olay çıkarmak doğru olmazdı, bu yüzden istediğini yapıp onu kendi haline bıraksak daha iyi olur."

"Teşekkür ederim." Bakışlarımı yerden çekip yüzüne çevirdiğimde kızgınlığa dair hiçbir belirti yoktu mimiklerinde.

Restoran tamamen boşaldığında bütün çalışanlar temizlik için hazırlık yapıyordu. Bende viledayı elime alıp yere dökülmüş sıvıları temizliyordum. İşim bittiğinde ise çıkardığım önlüğü yerine koymak için personel odasına doğru ilerlemeye başladım. Elimdeki önlüğü gözüme ilk çarpan askıya asarak odanın kapısına kadar ilerledim. Kapı kolunu aşağı indirdiğim anda kapı hızla açılıp yüzüme çarptı. Kendimi birkaç saniye içinde yerde bulduğumda kafamı kaldırıp ne olduğunu anlamak için yanımda duran vücuda çevirdim.

"Ah, özür dilerim Minho. Burada olduğunu bilmiyordum." Elini alnıma götürdüğünde kaşımın kanadığını fark ettim.

"Kötü duruyor, bekle beni ceketimin cebinde yara bandı olacaktı." Ayaklanıp askılıkta asılı olan ceketini eline alarak cebine baktı. Bulduğu yara bandını alarak yanıma geldiğinde bir yandan jelatini açmaya çalışıyor diğer yandan ise bacağını saklamaya çalışıyordu.

"Dahyun, eteğin..." Elini alnımdan çekip ayağa kalktı, elini bana uzatarak benim de kalkmama yardımcı oldu.

"Evet, biliyorum. Bir yere takılıp yırtılmış olmalı. Yarına kadar açık bir terzi bulabilir miyim bilmiyorum." Eli eteğindeki yırtığa gittiğinde düşünmeden konuşmaya başladım.

"Eteğini çıkarır mısın?" Bir adım geriye atıp kocaman olan gözleri ile bana baktı.

"Hayır! Beni yanlış anladın, sadece dikiş yapmayı biliyorum, sana yardımcı olabilirim." Anladığını ifade eden bir ses çıkarıp benden arkamı dönmemi istedi. Ben ona bakmazken o eteği çıkarıp yanımızdaki masanın üzerine koydu. Sandalyeye oturup ceketini bacaklarının üstüne örttükten sonra bana işinin bittiğine dair haber verdi.

"İğne ve ipliğin nerede olduğunu biliyor musun?" Parmağıyla yan taraftaki çekmeceyi işaret ettiğinde hiç beklemeden açıp içinde duran iğne ve ipliği aldım. O sandalyede oturup beni izlerken bende eteğin yırtık yerini dikmeye başladım.

"Al bakalım, elimden bu kadarı geldi." Eteği havaya kaldırıp dikiş yerine baktı, sonra da memnun bir şekilde bana döndü.

"Vay canına! Bu kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum, Minho." Elim ensemde mahçup bir gülümseme ile karşılık verdim. Sonrasında ise üstünü giymesi için personel odasından çıktım. Birkaç dakika sonra restoranda bir elin parmağını geçmeyecek kadar insan kalmıştı. Diğer görevliler işlerini bitirip evlerine gitmişti. Sanırım benim de gitme zamanım gelmişti.

Metro durağında birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından gelen araca binmişti herkes. Gece geç bir saatte olduğumuz için fazla kalabalık olmasa da ayakta beklemek zorunda kalmıştım. Direğe tutunup metronun bir sonraki istasyona varmasını bekliyordum. Gözüm camdaki yansımama kaydığında bir süre bakışlarımı camdan alamadım. Benim olmayan bu yüz neden bana bu kadar çekici gelmişti o an? Nihayet metro sıradaki istasyona vardığında inmek için kapının açılmasını bekledim. Adımlarım yavaş ama günün yorgunluğu ile aceleci bir hal almıştı.

Üstümdeki formayı bile değiştirmeden yatağa bıraktım kendimi. Cidden yorucu bir gündü, hem okul hemde işte çalışmak sahiden zormuş. Gözlerimi kapatıp uykunun bedenimi ele geçirmesini beklediğim anda telefona bir bildirim geldi.

Günlük hatırlatma.

Neyin günlük hatırlatması dememe kalmadan bir not sayfası açılmıştı ekranda. Bu çocuk günlük mü tutuyordu? Gözüm sıralı tarihlerde gezinmeye başladı. Ne düzenli biri. Önüme gelen bir tarihe bastığımda ekranda bir fotoğraf belirdi; babası ile çekilmiş bir çocukluk fotoğrafı. Gerçekten güzel zamanlar geçirmiş.

"Keşke bende Tokyo'da yaşasam." İster istemez kıskanmıştım. Hayatı cidden güzeldi, yorucu olsa bile.

Fotoğrafı kaydırdığımda karşıma arkadaşları ile olan bir fotoğrafı çıktı, eğleniyor gibi duruyordu. Tekrar kaydırdığımda ise restoranda çalışan şu kızın gülümseyen bir fotoğrafı gözüme çarptı, sanırım ona ilgi duyuyordu. Galerisinin neredeyse tamamı Dahyun ile ilgili fotoğraflarla doluydu, cidden ona ilgi duyuyormuş.

Fotoğrafların olduğu bölümden çıkıp tuttuğu günlük bölümüne girdim, ardından bugün olanları tıpkı onun yaptığı gibi günün tarihine not ettim.
Telefonu bir kenara bırakıp yatmak için hazırladığım sırada aklıma gelen şey kaskatı kesilmemi sağlamıştı.

Kimsin sen?

Defterimde yazan bu not neden şimdi aklıma gelmişti ki? Acaba... Hayır bu doğru olamaz, çok saçma.

"Ama ya doğruysa?" Masanın üzerinde duran kalemlerden birini alıp tekrar yatağa oturdum. Ne yapmam gerektiğini biliyordum ancak yapmalı mıyım emin değildim. En fazla ne olabilir diyerek avucuma, biraz önce masadan aldığım kalem ile adımı yazdım.

Jisung.

Ardından ise kendimi daha fazla ayakta kalmaya zorlamayarak gözlerimi yeni bir gün için kapattım.

senin adın 𝜗𝜚 minsung. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin