▶︎ sekizinci bölüm.

230 80 3
                                    

Yüzüme vuran güneş ışınları ile aralamıştım gözlerimi. Kuş sesleri günün başladığının habercisiydi. Yattığım yer yatağında doğrulup bir süre pencereden dışarıyı izledim, güneşli ve ferah bir gündü.

"Uyanıksın ve hâlâ üstünü giyinmedin mi? Hadi ama Ji gitme vakti yaklaşıyor, çabuk ol." Mina her sabah olduğu gibi yine beni uyandırmak için gelmişti, neşesi yerindeydi belli ki. Kapı kapandığında üstümü giyinmek için pencerenin yanından ayrılarak dolabın olduğu tarafa yöneldim. İçinden okul formasını alarak giyindim. Ardından ise kahvaltı için salona doğru yol aldım.

Büyükannem ve Mina çoktan yemek yemeğe başlamışlardı. Sanırım fazla uykucu bir insanım. Mina beni gördüğünde şaşırdığını saklama gereği duymadan konuşmaya başladı.

"Ne diye okul formanın giydin ki? Hafta sonu bugün, dağa çıkacağız unuttun mu?" Mental olarak tarih kavramını unutmuş olsam da dağ işini cidden bilmiyordum. Jisung not bırakmış olmalıydı ancak telefonu kontrol etmediğim için görmemiştim.

Tekrar odaya gidip formalarımı çıkarmaya başlığımda salonda olmasına rağmen açık olan televizyonun sesi ulaştı kulaklarıma.

Tiamat meteoru birkaç günlüğüne görünür halde. Meteor doğudan batıya doğru hareket etmekte. Gündüz ışık yüzünden fazla belirgin olmayan meteor gece insan gözüyle rahatlıkla görülebilecek.

Meteor ha? Güzel olsa gerek. Eğer Jisung'un bedeninde olursam belki ben de görebilirim.

~

"Büyükanne neden goshintaimiz bu kadar uzakta?" Yukarı doğru yeşilliklerin çoğaldığı dağda ilerlerken sormuştu Mina.

"Mayugoro yüzünden bilemiyoruz." Mayugoro da kimdi?

"O da kim?" Merakımı gidermek adına yanımda yürüyen bedene sordum aklımdaki soruyu.

"Ha? Ünlü biri o." Anlamamış olmama rağmen anlamış numarası yapıp başımı salladım. Sonbahara girdiğimiz şu dönemlerde ılık olan havaya karşın sararan yapraklar güzel bir görüntü sunuyordu doğaya.

Önümüzde ilerleyen kadının yokuş çıkmakta zorlandığını düşünerek Mina'nın yanından ayrılıp büyükanneme doğru ilerledim.

"Gel büyükanne." Yere eğilip sırtıma çıkmasını bekledim, o da yorulmuş olacak ki kendini bana bıraktı. Gösterdiği yöne doğru yürürken bir yandan da büyükannemi dinliyorduk.

"Jisung, Mina, Musubi'yi bilir misiniz?" İkimiz de olumsuz anlamda kafa salladığımızda büyükannem başını omzumdan kaldırdı, bakışlarını turunculaşmış yapraklara çevirerek açıklamaya başladı.

"Koruyucu tanrımıza seslenmenin en eski yoludur Musubi. Bu kelimenin çok derin bir anlamı var. Örgü örmek Musubi'dir, insanların birbirine bağlanması Musubi'dir, zamanın akışı Musubi'dir, hepsi tanrının gücünden gelir. Ördüğümüz iplikler, tanrının sanatı ve zamanın akışını temsil eder. Bir araya gelip bir şekil alırlar. Sarılırlar, dolanırlar, bazen çözülür hatta koparlar ama sonra tekrar bağlanırlar. Musubi budur, zamanın kendisi."

~

Düzlük bir alan bulduğumuzda mola verme kararı alıp bir süre dinlenmiştik. Yanımızda getirdiğimiz çay ve atıştırmalıklar ile küçük bir masa kurmuştuk. Elimdeki termosun kapağını açıp içindeki çayı bardağa doldurmaya başladım. Dolan bardağı Mina'ya uzatarak bir bardak da kendim için aldım.

Mina elindeki bardaktan bir yudum aldığında büyükannem söze girdi.

"Yemek yemek de Musubi'dir." Mina içmeyi bıraktığı çayı çimenin üzerine koyarak önüne döndüğünde büyükannem cümlesine devam etti.

"Su da olsa, pirinç de olsa, başka bir şey bile olsa bu Musubi'dir. İnsanın bir şeyi sindirmesi ve onu ruhuna katması da Musubi'dir. Bu yüzden bugünkü dersimiz; tanrıyı ve insanı birbirine bağlayan önemli bir gelenek."

~

Nihayet ulaşmak istediğimiz noktaya vardığımızda bir süre çevreyi inceledim. Gerçekten devasa büyüklükte bir alandı, kase gibi oyuk olan bu alanın tam ortasında ise bir ağaç vardı. Düzlük olmasına rağmen başka hiçbir bitkinin bulunmadığı bu yer cidden nefes kesiciydi.

"Bu Miyamizu Tapınağı'nın goshintaisi mi? Vay canına!" Mina bizden önde davranıp yokuşu koşarak inmişti, ben ise büyükanneme aşağı inebilmesi için yardımcı oluyordum.

Aşağı indiğimizde rüzgarın estiği yönde akan bir dere görüş alanımıza girdi. Mina gidip elini suya soktuğunda üşümüş olacak ki hızla suyun içinden çıkarıp ısıtmak için cebine sokmuştu.

"Buradan sonrası Kakuriyo, öteki dünya anlamına gelir." Dereyi, üzerindeki büyük taşlara basarak geçtiğimizde ağacın yanına gelmiştik.

"Bu dünyaya dönmenin karşılığı olarak, senin için değerli bir şey bırakmalısın." Mina hayranlıkla ağacı izlerken benim de ondan pek bir eksiğim yoktu. Cidden büyüleyici bir ağaçtı.

"Peki ne bırakabilirim?" Büyükannem ona sorduğum soru ile bileğimdeki bilekliği işaret ederek konuşmaya başladı.

"Bence bu gayet uygun." Gözlerim bileğimdeki bilekliğe kaydığında bir süre durup bunun Jisung için değerini düşündüm.

"Bu senin yarın, bu dünyadaki minnettarlığın." Jisung'un yarısı... Bilekliği nazikçe bileğimden çıkardım, elimdeki bilekliğe son kez bakarak derin bir nefes aldım ve bilekliği çıkmayacak şekilde ağaca taktım.

~

Günün sonuna geldiğimiz dakikalardı. Hava yavaştan kararıyor, sesler gittikçe azalıyordu. Hava adeta rengarenkti, turuncu ve kırmızının ağırlıklı olduğu gün batımı altında eve doğru yürüyorduk.

"Meteoru görebilir miyiz acaba?" Mina batan güneşin suya yansıyan görüntüsüne bakarken sormuştu.

"Belki." Tekrar eve gitmek için hareketlenmiştik. Güzel geçen bu günü Jisung'a anlatsam iyi olurdu, hem bu sayede bilekliğini kaybettiğini düşünüp telaşlanmazdı.

senin adın 𝜗𝜚 minsung. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin