Akşamki festival için halk oldukça heyecanlıydı. Kutlamalar yapacak, meteor yağmuru altında hazırlanan yemeklerden yiyecek, gece boyu eğleneceklerdi. Hiçbirinin olacaklardan haberi yoktu, herkes olması gerektiği gibi mutluydu.
Minho mu? O ise kasaba manzarasının en net göründüğü yerde, köprüde oturmuş başına gelecekleri bekliyordu. Herkes mutluydu, Minho hariç.
"Zaten işe yaramayacak. Bu kadar uğraşmanın ne anlamı var ki?" Caddelerde yürüyen insanlardaydı gözleri. Hayatı sorgular gibiydi bakışları.
"Jisung olsa onları ikna edebilir miydi? Bütün bu olanlar benim hatam mı?" Aklındakileri, duymuyor olmalarına rağmen görüş alanındaki bedenlere yöneltti.
Kendince, haline iç çekip dönmek için ayaklandı. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Son kez turunculaşmaya başlayan havaya baktı, zifiri karanlık yaklaşıyordu.
"Hey, Jisung!" Arkasından sessizce yaklaşan beden irkilmesine sebep olmuştu. Gelen Felix ve Yuqi'ydi.
"Babanla konuşman nasıl gitti?" diye merak ettiği soruyu sordu Yuqi. Minho ise soruyla ilgilenmemişti bile. Arkadaşları ona ayrıldıklarından beri ne yaptığı ile ilgili sorular soradursun, o gözlerini yere dikmiş aklına gelen fikri düşünüyordu.
"Jisung? İyi misin?" dedi Felix, arkadaşının düşünceli haline iç çekip. Bir elini omzuna atıp transta gibi dikilen bedeni sarstı, oysa pek işe yaramamıştı.
"Orada mısın?" dedi, kendi bedenindeki son anılarını düşünürken. Ayağı taş zemine çarpmadan önce neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Bakışları dağlara çıktığında aklındaki fikir o kadar da saçma gelmemişti.
"Orada bir şey mi var?" diye sordu Felix, bakışları bir saniye olsun dağlardan ayrılmayan bedene.
"Felix, bisikletini ödünç alabilir miyim?" Bedenini hareket dahi ettirmeden, sadece dudaklarını oynatarak sordu Minho. Şu an kaybedecek bir saniyesi bile yoktu, olabildiğince hızlı bir şekilde oraya gitmeliydi.
"Tabii ama ne için?"
Minho onay aldığı gibi çocuğun tuttuğu bisiklete binerek yokuş aşağı sürmeye başladı. Felix yine o telaşlı sesiyle konuştuğunda zar zor duyabilmişti arkadaşını.
"Plana ne oldu?!" İşittiği soruya halen bisiklet üzerindeyken cevap verdi.
"Her şeyi hazırlayın, söz veriyorum döneceğim. Size güveniyorum!" Söylediği son cümlelerin ardından gözden kayboldu genç. O, dağa doğru giderken, dağda onu bekleyen bir başka bedenin varlığından birhaberdi üstelik.
Yüzüne düşen su damlası ile gözlerini araladı Jisung. Etraf karanlıktı, ancak bir ağacın altında uzanıyor olduğunu fark edecek kadar ışık vardı.
"Neredeyim ben?" Önce etrafına bakındı, hâlâ İtomori'deydi. Daha sonra gözleri hemen yanında akan nehre kaydı. Yansıması, yansıması ona ait değildi. Minho'nun vücudundaydı!
"Minho burada ne yapıyor?" diye kendi kendine söylendi. Oturduğu toprak zeminden kalkıp etrafı incelemeye başladı. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Geniş ovada çakıl zemine ulaşmak için ilerledi. Yokuş ve yağmur dolayısıyla ıslanmış olan taşlı zeminde ağır adımlarla yukarı ilerledi. Buraya daha önce de gelmişti, ancak yakın bir tarihte ziyaret etmediğinden bazı şeyleri unutmuştu.
Devasa denilebilecek kadar büyük bir alandı, ve manzara, gerçekten güzel görünüyordu. Birkaç adımın sonunda tepeye ulaştığında gözlerine inanamadı.
"Kasaba... Yok olmuş..." Yine 3 yıl sonrasında uyanmıştı. Ve kasaba, yerle bir olmuştu. Meteorun çarptığı oyuk ise akıl almaz bir büyüklüğe sahipti. Aklında beliren görüntü ile titreyen bedenine engel olamayıp yete bıraktı kendini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
senin adın 𝜗𝜚 minsung. ✓
Fanfictamamlandı. ➴ görüşmemiz imkansız. ama bir gerçek var. olur da karşılaşırsak, birbirimizi tanırız. sonuçta, bedenimdeki sendin. senin bedenindeki bendim.