Şu an ne mi yapıyorum? En yakın arkadaşım ve platoniğimle Yunanistan'daki 5 yıldızlı bir otele giriş yapıyorum. Nasıl olduğunu merak ediyorsunuzdur. Okul bu tehlikeli olayın yayılmamasına karşılık tazminat olarak herhangi bir ülkede iki haftalık ücretsiz tatil yapmamıza izin verdi. Ulaş Yunanistan'da doğduğu için -Hem Türk hem Yunan olduğundan çifte vatandaşlığı vardı- burayı önerdi ve tabii ki kabul ettim ve arkadaşıma da ettirdim.
Elimdeki valizi odama daha doğrusu odamıza doğru sürüklüyordum. Yağmur'la beraber kalmayı tercih etmiştik. Ulaş ise hemen yan odada kalıyordu.
"Açlıktan ölüyorum arkadaşlar artık bir şeyler mi yesek?" Yağmur'un cümlesine gülümsedim. "Kanka uçakta acıktım diye dalga geçiyordun şimdi ne oldu?" "Uçak uçakta kaldı canım." Ulaş'a baktım. Gülüyordu ya of. Her rezilliğime gülmek zorunda mıydı? Yüz ifademi masum buluyordu sanırım.
"Ne yiyeceğiz? " Ulaş'ın sorusuna biraz daha konuşursan yanaklarını demek isterdim ama ölsem de yapmam. Cesaretim var ama zaten bir yeri kalkık ve biraz daha kaldırırsam arşa çıkıp beli kırılacak. Beli kırılırsa nasıl düğünümüzde dans edeceğiz? Amaan bu da sorun mu Nilüfer, iyileşmesini beklersin olur biter. Ben yine kendimle iç savaş mı çıkarıyorum?
Yağmur'un dirseklemesiyle daldığımı fark ettim. Hemen hayata dönüp Yağmur'a baktım. "Bence önce gidip bir göz atalım. " diyen Yağmur'a hak verdik ve asansörü işaret eden Ulaş'ı umursamadan merdivenlerden uçarcasına inmeye başladık. Son basamağı da indiğimizde arkama baktım ama Ulaş'ı göremedim, beynini kullanıp asansöre binmiş olmalıydı. Sanırım asansör beklemeye üşendiğim için merdivenlere yönelmiştim çünkü normalde ben de asansörü tercih ederdim. Ama yemek bölümüne ondan önce vardık. Hehehe. Masalardan birine yerleştik ve ne yiyeceğimizi konuşarak Ulaş'ı bekliyorduk ama on dakikadır yoktu. Zaten ona yüksek derecede takıntılı aşıktım ve en ufak bir hadisede bile korumacı kalbim onun için endişe pompalıyordu. Ya yolda ölmüştü ya da bir kızla vakit kaybediyordu. Bakmaya utandığım yüzü fazla dikkat çekiyordu ve durup dururken bir kızın gelip bahaneyle onunla konuşmaya çalışması beni delirtiyordu. Zaten hem lise hem üniversite hayatımda bu manzaradan bıkmıştım. Çok şükür karşıdakini rencide etmeden sadece gülümseyerek şans vermeyeceğini belli ediyordu da öyle sakin kalabiliyordum. Liseye başladığımdan beri kimseye şans vermemesinin tek sebebinin egosu olduğunu anlasam da bu haline şükreder durumdaydım. Daldığımı fark ederek iki ihtimalin hangisinin daha sinir bozucu olduğunu düşünmemeye çalıştım. "Yağmur ben geliyorum."
Asansörden ses mi geliyordu? "Hey, kimse yok mu?" Çok şükür iki seçenek de yaşananlar arasında değildi. Sonra tehlikede olduğunu hatırlayarak o bu haldeyken bir kızı düşündüğüm için kendime sinirlendim. "Ulaş! Asansörde mi kaldın?" "Yok ya ne alaka oğlum. Keyif yapıyordum çok güzel istersen sen de gel." Seninle sonsuza kadar asansörde kalırım. Ya da en azından oksijen bitene kadar. Aman Allah'ım ne düşünüyorum ben?! "Ulaş sakin ol hemen yardım çağırıyorum!"
Hemen görevliye haber verdim ve görevli kapıyı kırıp onu kurtardı. "Ulaş iyi misin?!" "İyiyim ya abartılacak bir şey yok." Tıpkı iyi olduğundan emin olmak isteyen bir anne gibi onu baştan aşağı süzdüğümde şaşkın bakışlarının yerini gülümsemesi almıştı. Utancım yine gururumla iş birliği yaparak hiç düşünmeden konuşmama sebep olmuştu. "Komik mi?" Allah'ım ne demiştim ben öyle? Ya laf sokarsa ve yerin dibine girersem? Hem Ulaş'ı röntgenle hem üstüne git Nilüfer. Harikasın bebeğim(!)Bu düşüncelerim bana lisedeki anılarımdan birini anımsatmıştı. Onuncu sınıftaydım, matematik sınavına girecektik. (kelebek sistemi olduğu için tüm okul karışık bir şekilde aynı anda sınava giriyordu.) Şansa bakın ki bana onun sınıfı denk gelmişti. Sıra numarama bakıp sınıftaki en ön ortadaki yere oturmuştum. Matematikte zorlanmadığım için bu sınav beni strese sokmasa da onun sınıfında olmak bana onu hatırlatıyordu. Heyecandan karnıma ağrılar girmişti. Üstelik -sanırım sıra numarasında bir sorun olmuştu- sınıfa girip listeye tekrar bakıp herkesin meraklı bakışlarının içinde volta atıyordu. Ben olsam kesin dikkat çektim diye paniklerdim fakat onun umurunda değildi. Gözümün önünde olduğu için nereye bakacağımı bilmeden ona kaçamak bakışlar atıyordum. Yine tahtanın önünde dolanıp durmaya devam ediyordu ki tahtaya sırtını verince göz göze geldik. Bir saniye bile beklemeden sıraya baktım. O yarım saniyede şaşkın bir bakışla yanıt vermişti bana. Utançtan evren değiştirmek istiyordum. Aman Allah'ım ne yapıyor bu?! Sadece üç adımla sıramın önüne gelmişti ve refleks olarak yüzüne baktım. Yaklaşabildiği kadar önüme gelmişti, aramızdaki tek engel sıramdı. Düşünceli ve kafası karışık bir şekilde gözlerini ayırmadan kalemliğime bakıyordu. Ne yapacağımı bilmeden birkaç saniye yüzüne bakıp kalemliğime baktığını fark edip şaşırmıştım. Düz, mat, tek gözlü bir kalemlikti işte. Ne vardı ki bunda bu kadar bakacak? Acaba sürekli ona baksam ayıp olur mu diye birkaç saniye ona birkaç saniye sırama veya kalemliğime bakıyordum. İnsan bir yüzüme bakar ama değil mi? Resmen zırtto bir kalemliği kıskanmıştım. Yaklaşık yirmi saniye süren bu hadise yüzünden kalbim çıkacak gibiydi. Ben platonikliğe alışkındım, buna değil! Ona gitmesini söylesem çıt çıkmayan sınıfta rezil olacaktı. Yalandan öksürsem de aynı şekildi. Bir dakika... Herkesin içindeydik! Kırk kişilik sınıfta kimseyi unursamamış olamazdı değil mi? Peki ya ben? Sınıfta dikkat çekmemek için söz almaya utanan kız, herkesin varlığını unutmuş olamazdım değil mi? Ulaş kesinlikle çok fenaydı. Kafamı eğip sırama bakarak gidebildiğim kadar -Birkaç santimetre- geriye çekildim. Bu hareketimle ondan çekilmesini istediğimi anlatabilmiş olmalıydım ki birkaç saniye sonra yavaşça arkasını dönüp yüz ifadesi gram değişmeden kapıdan çıktı. Zaten sınava birkaç dakika kalmıştı.-Bu arada sanırım sınav öncesi duygusu karın ağrım ve onun verdiği heyecanla birleştiği için gözlerimde ilk birkaç saniye ona şoku yansıttıktan sonra sanki seri katile bakıyormuşum gibi korku dolu bakmıştım. Ona utandığım için söyleyemediklerimi fake hesaptan söylüyordum o zamanlar. Kısa notuna ne oldu diyerek başlangıç yapmıştım. Başta (bunu herkes zaten anlardı) çok kişi zaten ona fake hesaptan yürüdüğü için birkaç mesajdan sonra aylarca mesajıma bakmamıştı ve rahatsız oluyor diye yazmamıştım. Fakat kısa notuna yaşamın zorluğundan bahseden bir cümle yazınca onun iyi olmadığı düşüncesi beni esir alınca kendimi tutamayıp yazmıştım. Onu çok düşündüğümü ve ona takıntılı aşık olduğumu anlamıştı ve ona yalan söylemeye kıyamadığım için aynı okulda olduğumuzu anlamıştı! Okulda onu her gördüğümde arkadaşımı dirseklediğim için ve heyecandan yerimde duramadığım için fake hesaptan yazan kişinin ben olduğumu anlamış olabilirdi. Onu seven bir sürü kişi vardı fakat arkadaşlarımın dediğine göre bakışlarımın derinliği beni diğerlerinden farklı kılıyordu. (Yaklaşık dört ay yakın arkadaş gibi konuşmuştuk fake hesaptan -ben ona her fırsatta yürüsem de bir şekilde kıvırıyordu- fakat kim olduğumu asla söylemeyeceğimi anlayınca mesajlarıma bakmamaya başlamıştı. Ben de kendine iyi bak diyerek onu engellemiştim. Zaten seneye sınav senesi diye de platonikliğimin hakkını vermiştim.) Düşünceli bakışlar atmasının sebebi bu olmalıydı,ona yazan fake hesap olup olmadığım düşüncesi.- Eve gidince olayı onlarca kez düşündüğümde baktığı şeyin kalemlik değil ben olduğuma karar kılmıştım. Evet;kalemliğime bakıyordu ama dibinde olduğu için görüş açısındaydım sonuçta. Offf, o zaman neden direk bana bakmıyordu ki? Lanet kalemlik aklımı karıştırıyordu işte! Acaba"Çok uzun baktın, açık oldun sanırım." diye soğuk havayı dağıtsam nasıl olur diye düşündüm. Sonra iyi ki kafamda tartmadan söylemedim diye çok rahatladım. "Sen de bana çok uzun baktın, aşık oldun sanırım." deseydi biterdim. İşte bu kafada tartma meselesiydi beni dokuz sene öncesine götüren.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MATRUŞKA
Подростковая литератураHayat matruşka gibiydi. Çok kötü bir şey yaşayıp sonum geldi sanıyordunuz ama içinden bir olay daha çıkıyordu ve çok mutlu oluyordunuz. Sonra tekrar üzülüp daha sonra tekrar mutlu oluyordunuz. Hadiseler çıktıkça çıkıyordu. Acaba bu yaşadıklarım son...