Breathe Nort
Anahtarı neden almazsınız ki?
Sitemle söylenerek dış kapıyı açmaya gittim. Ardı ardına zile basmaya devam ediyorlardı.
Jane!
"Bekle." Elimi kapı kulpuna atıp kendime doğru çekince gördüğüm kişiyle birlikte başımdan aşağıya buz gibi bir soğuk su dökülmüş gibi hissetmiştim.
"Justin.""Breathe be-" elimle onu durdurdum.
"Lanet cümleni tamamlama ve siktir git." Kolumdan tutup içeri girmeye çalıştığında göğsünden itip ondan kurtulmayı başardım. Fakat ne yazık ki içeri girmiş kapıyı kilitlemişti.
"Beni dinlemek zorundasın." Kafamı iki yana sallayıp ondan olabildiğince uzaklaşmaya başladım.
"Sesini duymak istemiyorum! Sana tahammül edemiyorum!"
"Beni dinleyeceksin!"
"Kapa çeneni!" Gözlerimin kan çanağı olduğuna yemin edebilirdim. İşaret parmağımı ona doğrulttum. "Sakın, sakın bir daha bana emir vermeye kalkma!"
"Sana söylemediğim için özür dilerim. Bana ne kadar kızsan haklısın. Ama bir düşün Breathe, sana söyleseydim benimle yine de birlikte olur muydun?" Yüzümü buruşturdum. Çünkü ondan ve söylediklerinden iğreniyordum. "Biliyordum." Yaklaştı. "Sana aşığım. Tahmin edeceğinden çok fazla hemde." Baştan aşağı onu süzdüm.
"Senden iğreniyorum."
"Ona uzun zaman önce boşanmak istediğimi söyledim. Bana kızımı bahane edip onun yıpranacağını biraz daha beklemem gerektiğini söyledi. Hayatımda biri yoktu. Kızım için bu evliliğe dayanmak zorunda hissettim kendimi. Fakat şimdi." Bir adım daha attı. "Şimdi sen varsın Breathe. Kumların üstünde seni öptüğüm o günü hatırla. O gün senin yanından ayrıldıktan sonra ona boşanma davası açmaya gittim. Çünkü artık sen vardın." Gözleri dolmuştu. "İstersen şimdi bir bıçak alıp beni öldürebilirsin. Çünkü biliyorum ki çok büyük bir gerçeği sakladım senden. Fakat şunu bilmeni istiyorum. Bu saatten sonra sen benimle olsanda olmasanda ben o kadından boşanacağım."
"Senden nefret ediyorum." Diyebileceğim tek şey buydu çünkü tek gerçeğim buydu. Söyledikleri doğru olabilirdi. Fakat hiç bir sebep o aile tablosunu gördüğümde hissettiğim duyguların üstünü kapatamazdı.
Gözlerinin içine baktım. "Düşmen için dua edeceğimden emin olabilirsin."
"Yapma."
"Defol."
"Breathe, lütfen."
"Anemon çiçeğinin hikayesini hatırlıyor musun Justin?" Yutkunup kafasını salladı.
"Ne demek bu?" Gülümsedim.
"Kendini Adonis'e benzetmiştin."
"Breathe, neler oluyor?"
"Şu oluyor Justin. Senin mitolojik hikayende Afroditin ölüyor, sen yalnız kalıyorsun. Ve bizim hikayemizde bizi hatırlatacak bir çiçek yeşermiyor." Göz yaşlarını serbest bıraktı. "Git. Eğer yaşadığımız güzel şeylere olan saygımı tamamen kaybetmemi istemiyorsan git. Çünkü gerçekten zorlanıyorum. Güzel olan şeyleri mahvetmek," işaret parmağımı göğsüne bastırdım. "Senin aksine benim işim değil."
"Bitti mi?" Konuşurken zorlanıyordu. Gülümsedim.
"Emin olabilirsin."
Arkasını dönüp gittinde derin bir nefes aldım.
Bitmişti. Daha fazla uzamadan ve çirkinleşmeden bitirmiştim.
"Breathe?" Kapının eşiğinde beliren Helen'a baktım.
"Bitti." Beni kollarının arasına aldığında ona sarıldım.
"İyi olacağız."
"Biliyorum."
"Neler oluyor? Bensiz mi sarılıyorsunuz?" Jane'i de aramıza alıp sarılmaya devam etmiştik.
Ben yine bunu atlatacaktım.
"Kızlar durun durun. Başım dönüyor." Birbirimizden ayrıldığımızda Jane'e baktım.
"Sorun ne?"
"Bilmiyorum. Son iki üç gündür başım dönüp duruyor." Gülümsedim.
"Sana şimdi en sevdiğin yemeklerden yaparım. En kısa zamanda toparlanırsın."
Eskisi gibi olmak iyi hissettiriyordu.
"Ah hayır. O kadar çok midem bulanıyor ki, bu aralar bir şey de yemek istemiyor canım."
"Jane?" İkimizde Helen'a baktık. "Korunuyor musun?" Gözlerim irileşmiş Jane'in vereceği cevabı bekliyordum. Jane yaklaşık 10 saniye tepkisiz kaldıktan sonra Helen'ın kolunu tuttu.
"Siktir!"
NE!