1.Bölüm: LANET

136 4 3
                                    

GÖKYÜZÜNÜN TAVANI KADARDI BU LANET.
O gece... Bazı geceler, bazı akşamlar, bazı sabahlar vardır. Sizin iyi veya kötü hayatınızın başlangıcıdır. İşte o an hayat sizin yaşamınızı bir anda alt üst ediverir. Kimilerinin hayatının altı üstünden daha iyiyken, kimilerinin kabusudur. Bende tam o dönüm noktamdaydım o gece. Ve o gece benim kabusumdu. Sonsuza dek sürecek tek kabusum. Her kabus sonsuza dek sürer miydi? Bilmem, ama ben yıllardır uyanamıyorum... O gecem, benim kabuslarımın sancılarımın başladığı o gecem. 2 Ocak benim doğum. Lanetimin başladığı, en acılı kıvranışlarımın başladığı doğum günüm.
Saat gece 12'ydi hala uyuyamamıştım. Tarih 1 ocaktan 2 ocağa geçiş yapmıştı. Evet benim doğum günümdü. Fakat havada çakan şimşekler ve bu boğucu hava mutluluğumun tek engeliydi. Ya da şimdilik mutluluğumun tek engeli buydu. Korkudan uyuyamıyordum. Korkmazdım pek böyle havalardan ama dışarıdaki sesler kulağımı sağır ediyor ve beni ürkütüyordu. Dayanamayıp ses geçirmeyen kulaklıklarımı kulağımın içine bastırdım. Azalmıştı sesler, ama hiç bitmemişti. Sabaha kadar...

Karnımdaki hafif sancıyla uyandım. Saat 10'a geliyordu. Karnımdaki sancıyı umursamadan günün tadını çıkarmak istedim. Bizde doğum günleri sabahtan geceye kadar kutlanırdı hep öyleydi. O gün o kişiye ait olurdu. Onu üzecek tek bir hareket dahi yapılmazdı. Tüm gün doğan kişi için yaşanırdı sanki. Hazırdım değil mi doğum günüme, son gülüşlerime?
Yarı açık olan gözlerimin uykudan tamamen kopması için banyoya yönelmiştim. Yüzümü yıkarken aynada kendime baktım ve o gün yüzümde gereksiz bir tebessüm vardı diğer doğum günlerimde bu kadar çok güldüğümü hatırlamıyordum. Fazla gülüyordum. Kahkaha atmıyordum belki ama sessiz sessiz gülüyordum. Bu gülüş yaşayacaklarımın acısına inat mı çıkıyordu dudaklarımdan. Bilmiyordum.

Yüzümü güzelce yıkayıp kuruladım. Tuvaletten çıktığımda annemlerin seslerini duydum. – Berfin tatlım, mumları yakayım mı? Prensesimiz tuvaletten çıktıysa. – Dur Yalçın ne kadar sabırsızsın. Seslerindeki neşe gece kulaklarımı rahat bırakmayan gürültülere merhem gibi gelmişti. Onlar büyüleyicilerdi, sesleriyle bile. -Neyse ki merdivenden görünmediğini sandığı minik ayaklarını gördüm. Mumları yakabilirsin canım.
Diyen annemin sesini duyduğumda ayaklarımı kontrol ettim pekte minik gibi durmuyorlardı.

Naz yapmaya niyetim yoktu fazlasıyla açtım. Bu yüzden koşarak mutfağa indim merdivenlerden. Beklediğimden daha da güzeldi her şey. Ben mutfağa girer girmez muhteşem bir sofra gördüm o sırada annemin elinde ki pankek ve babamın bir anda patlattığı konfeti. Hepsi şahaneydi. Ve aylar öncesinden tembihlediğim 15 yaş balonları, tamda istediğim köşedeydi.
Mumumu üfledikten sonra sofraya oturduk kahvaltımızı yaptık. Pek konuşmasak da yüzümüzden gülümsemeler eksik olmuyordu. Annem dayanamayıp sordu; -Çok mu mutlusun güzelim? -Evet anne. Yüzümde anlamsız bir tebessüm var mutluluktan olsa gerek. –Anlamsız? Dedi kaşlarını çatarak babam. -Bugün sen doğdun! Sence bu gülüşler anlamsız olabilir mi? Sen ya sen, Derin KARA doğdu bugün! Dediğince sesince coşku vardı. Bu coşku ortamı bir anda neşelendirmişti. Yüzümdeki gülümseme büyürken kahvaltımı yapmaya devam ettim.
Kahvaltıdan sonra babam hediyelerimi getirdi. Özenerek yapıldığı belli olan bu kutuyu nazikçe açtığımda gördüğüm yeni bir telefondu, 4 ay önce kırdığım telefon yerine almışlardı. Tahmin etmek güç değildi. Çünkü bunu annemin bilinç altına yerleştirmiş olmalıydım. Söylene söylene...
Akşama doğru tüm arkadaşlarımı ve sevdiklerimizi davet ettiğimiz bir parti düzenlemiştik. En sevdiğim restorantta. Misafirler yavaş yavaş gelirken parti alanına şöyle bir baktım. Bembeyaz balonlar, tam 3 kat olan beyaz incili pastam ve arkası kurdelelerle süslenmiş sandalyeler, harikaydı. Partinin rengi ise beyazdı, herkes buna uygun gelmişti. Adeta bu üstümü saran inci detaylı elbise ve kısa topuklu ayakkabılarımla melek gibi olmuştum. Tüm sevdiklerimiz son kez böylesine birlikteydik. Ama kimsenin bundan haberi yoktu.
Bu gece ise yine her şeyden habersiz 3 günlüğüne tatile gidecektik, yani öyle planlamıştık. Hazırlık yapmak için partiyi erken bitirmiştik. Fazlasıyla eğlenmiş, bolca dans etmiş çok yorulmuştuk. Eve gidip az biraz dinlendikten sonra valizlerimizi hazırlamıştık, içimdeki gereksiz mutluluk devam ediyordu.
O gece içimdeki Derin 2 beni sürekli dürtüyordu. Ve o gece iki üç kere şunu tekrarlamıştı, neydi bu şimdi? "Hatıralar hep güzel midir?" Ona her zaman ki gibi aldırış etmemiştim. Zaten söylediği çok saçmaydı. Bunun konumuzla ne alakası vardı ki? Konumuz tatildi. Hatıralar falan değil. O yüzden onu bir kenara bırakıp, karanlık tarafımı yazdığım günlüğümü yanıma almıştım. O günlük benim psikolojik olarak kendimi kötü hissettiğimde yazdığım bir günlüktü. Günlük dediğime bakmayın her gün kötü hissetmiyordum o zamanlar kendimi, öyleyse niye yanıma almıştım ki? Belki de histi. Ama nereden bilebilirdim yaşayacaklarımın bu günlüğe sığamayacak kadar çoğalacağını.
O gece bütün eşyalarımı, karanlık günlüğümü de valizime koymuştum sebebi yoktu yalnızca çok ince bir histi, her şeyimi koymak istemiştim içine. Sanki 3 günlüğüne tatile değil de koskoca bir sonsuzluğa gidiyordum.
Saat tam gece 12'ydi 12 buçukta yola çıkmamız gerekiyordu. Annemler yola çıkalım artık deyince telefonumu şarj ettirmeyi unuttuğum aklıma geldi. Aptal kafam nasıl unutmuştum! –Iıı, anne telefon... Arkadaşlarıma da cevap veremedim. Şarj da... -Arabada ettirirsin kızım dert değil, sonra cevap ver artık arkadaşlarına. Babam ise diğer odadan hemen atıldı; -Hayır hayır arabada ben telefonumu şarj ettireceğim. Sorry. Diye dalga geçiyordu. Sanki her şey düzenek gibi benim o benzinliğe gidilmem istenmiyormuş gibiydi. Gitsem ben de mi onlarla aynı kaderi paylaşacaktım?
-Tamam kızım o zaman biz benzin alalım o sırada şarj ettir, merak etme otelde şarj ettirirsin yolculukta sorun çıkarmayacak kadar olsun yeter.
Dedi. Onu başımla onayladım. Aslında amacım sadece birkaç dakika arkadaşlarımla konuşacak kadar zamanımın olmasıydı e tabi fazladan şarja da hayır diyemezdim. Arkadaşlarımla konuşup son kez kılık kıyafetime baktım. Valizimi kontrol ettim.
Fakat hala ne gelen ne giden vardı. 20 dakika geçmişti. Neredeydi bunlar? Beni mi unutmuşlardı, ah yok artık. Doğrusu biraz şaşırmıştım çünkü benzinlik evimizin bir yalnızca mahalle arkasındaydı. Fazlasıyla meraklanmaya başlamış tırnaklarımı kemiriyordum.
Daha fazla dayanamayarak dışarı çıkmıştım, terliklerimle apar topar. Yavaşça o mahalleye doğru ilerledim. Bir koku vardı, havada bir duman, is, anlam veremediğim bir şey. Adımlarım her şeye rağmen sakindi. En fazla ne olabilirdi ki? En fazla sırada bekliyor olabilirlerdi. Sakindim.

Ta ki oraya doğru giden polis seslerini duyana kadar, sakinliğim buraya kadardı, gülüşlerim, mutlu anlarım bu sese kadardı, hepsi bu sesten sonra bir bir ölmeye başlamıştı, yok olacaktı neşem sevincim, hayatım, ailem, ben kaybolacaktık dumanların, siyahın içinde... Adımlarımı hızlandırdım. Yürüdüm yürüdüm ama hiç koşmadım. Fazlasıyla hızlı olan adımlarım koşmaya korkuyordu sanki. Mahallenin önünde durdum. Sertçe yutkundum, gördüğüm görüntü neydi bilmiyorum, rüya mıydı? Gördüğüm şey korkunç bir tablo gibiydi.
Bizim arabamız, yangın, duman, bağıran insanlar, itfaiye ekipleri, insanları durdurmaya çalışan polisler, gelmekte olan bir ambulans. Neydi bu gördüklerim? Rüya di mi? Başka ne olabilirdi ki? Gerçek olamazdı, hayır bunun oluru yoktu. Kabullenmedim. Nasıl kabullenebilirdim bu manzarayı? Hayatım boyunca unutamayacağım bu tabloyu. Etraftaki tüm bu seslere kulağımı tıkadım. Başımı iki yana salladım. Beden dilim "hayır" diyordu. İçimde çokça korku vardı, "Ne olacak?" korkusu. Korkuyordum, şok içindeydim, kalbim sızlıyordu, titriyordum.
Tarifsiz bir acı mıydı bunun adı? Yoksa bu SİYAH ODANIN TA KENDİSİ MİYDİ?

SİYAH SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin