Bölüm 2

249 26 0
                                    

2006

İlk kez, vaktimi değerlendirmek için bir işe girip çalışmak içimden gelmiyordu. Aslında hayatı; hareketli yaşamak, bir şeylerle meşgul olmak, bir başkası için değil de kendim için bir şeyler tatmak olarak algılardım. Söz konusu çalışmak olunca işten kaçmaz, yaptığım işi severek yapmayı yeğlerdim. Bu yüzden sabahtan akşama kadar evde oturup pineklemek, bir işe girip çalışmaktan daha çok büyürdü gözümde.

İçimdeki isteksizliği tek bir sebebe bağlıyordum; hayatımdaki belirsizlik. Bu belirsizliğin kaynağı yorucu bir senenin ardından üniversite sınavına girmiş olmam, bununla birlikte sonuçlara yaklaşırken kafamdaki soru işaretleriydi.

Hayatıma yön vermek istediğim fakat belirsizliklerle boğuşup adı tatil olan bir uğraşın peşinde sürüklenirken, bir akşam yakın aile dostumuz Şevket amca ziyaretimize geldi. Çay demlenmiş, oradan oraya atlayan konular birbirini izliyordu. Görüşlerde bazen hemfikir olunur, bazen orta yolu bulmakta zorlanılırdı; neşeli sohbetlere ev sahipliği yaptığımız gibi hararetli tartışmalara da birçok kez şahit olmuştum. Ama sonunda taraflar, gülerek ayrılmayı başarırdı. Konular; günlük hayat, yolunda gitmeyen işler şeklinde sıralanırken, evlatların problemleriyle biz de bir noktada konuya dâhil edilir, payımıza düşeni alırdık.

Hayatta her şey halledilir, konu dönüp dolaşıp bize gelmezse, ailemi ve yakın dostlarımızı hiç tanımıyorum derdim. Sağ olsunlar yine beni şaşırtmadılar, konuya öyle bir noktadan girdiler ki; kör bir adamın eline bir ok ve bir yay verseler o bile hedefi bulurdu.

Bu konuşmalar; ebeveynlerin, çocuklarının gelecekleri hakkında onlardan daha çok endişe ve heyecan duymalarından kaynaklanırdı. Genelde moralimi bozup, keyfimi kaçırsalar da onlara gücenip kırılmamaya özen gösterirdim. Çünkü belli bir yaştan sonra, ailemin beni benden daha fazla düşündükleri bilincini fark edebilmek hiç de zor olmuyordu. Neticede her şey biz evlatların iyiliği içindi.

Sohbet dönüp dolaşıp yine bana geldiğinde, hiçbir zaman değişmeyen ilk sorusuyla Şevket amca, zaten canımı yakan, huzursuzluğum ana kaynağı; belirsizliğe dem vuruyordu.

"Sen ne yapmayı düşünüyorsun?" Biraz kızgın, biraz umursamaz bir edayla sorunun genişliği kadar geniş bir cevap vermek istedim.

"Sınava girdim, puanımla birlikte tercihlerimi de yaptım şimdi sonuçları bekliyorum."

"Çalışmayı düşünüyor musun?"

"Bir hafta sonra sonuçlar belli olacak, o zamana kadar beklerim herhalde."

"Seni bilirim, sen sıkılırsın evde." Yüzünde bir gülümsemeyle Şevket amca sözlerine devam etti. "Sınavın açıklanıncaya kadar dükkânda bana yardım et. Hem bana da arkadaş olursun; bazen canım sıkılıyor. Çarşıya çıkacağım zaman yanımda kimse yok, dükkân boş kalmamış olur."

Arayıp da bulamadığım noktada Şevket amca imdadıma yetişmişti. Hiç düşünmeden "Olur amca, gelirim." dedim.

"Tamam, o zaman yarın giderken seni de alırım beraber gideriz."

Ertesi sabah saat dokuzda, Şevket amca söylediği gibi beni almaya geldi ve beraber dükkâna gittik. Otomobillerin yedek parçaları üzerine büyük bir dükkânı vardı. O gelen müşterilerle ilgileniyor ben de yeni gelen parçaları etiketlemekle vakit geçiriyordum. Boş vakitlerimizde sohbet ediyorduk, sıkılınca da internette arkadaşlarımla vakit geçiriyordum. Şevket amca çok bunaldığımı hissederse beni erken bırakmayı ihmal etmiyordu. Ben de fırsatı değerlendiriyor, denize yüzmeye gidiyordum. Belki de bu güne kadar hareketli geçen günlerin, tatil anlayışımda etkisi vardı. En azından hiçbir işe yaramama hissiyatı ile kendimle çatışmıyordum.

Sonuçların açıklanacağı sabah Şevket amca yine saat dokuz gibi gelip beni evden aldı. Daha önce de sınava girmiştim ama hiçbir zaman bu kadar istekli ve bilinçli değildim. Bu yüzden kazansam da kazanmasam da üzerimde ayrı bir hafiflik vardı. Sadece biraz heyecan ve merak... Çünkü sınavdan iki gün önceye kadar, gerçekten üzerime düşen görevi hakkıyla yerine getirmiş; elimden gelenin fazlasını ortaya koymuştum. Sorumluluklarımı yerine getirmek, vicdanımı rahatlatmanın en güzel yoluydu, gerisi ise yaratıcının takdirine kalmıştı.

Dükkâna geldiğimizde ilk işim bilgisayarı açmak oldu. Sonuçlar saat onda internete verilir, o an aşırı yüklenmeden dolayı en az iki üç gün erişim engellenirdi. Herhangi bir talihsizlikle, bir iki gün daha beklemek bana ağır gelecekti. Bu yüzden internet sayfasını açıp, hazır halde saatin on olmasını beklemeye başladım.

Yirmi dakika sonra dükkânda turluyor, ne kadar kendime uğraş bulmaya çalışsam da zamanı bir türlü geçiremiyordum. Canlar her sıkıldığında yeni bir düzenleme yapılan öğrenci seçme sınavının, o sene de ilk mağdurları bizdik. Fakat bundan önce iki bin yılında müfredat daraltılmış, konuların bir kısmı elenerek tek basamaklı sisteme geçilmişti. Bu sistemin saltanatı iki bin altı yılına kadar hüküm sürmüş, altı yıldan sonra eski daha geniş müfredat içeren iki basamaklı sisteme geri dönülmüştü. Tek basamaklı sisteme alışmış olanlar için, konuların daha ağır olduğunu da hesaba katarsak, olumsuz bir gelişme idi bu.

Kafamda okumama isteği taşıdığım dönem, bunun ardından gelen iş hayatı ve tecrübeler, derslerle arama ne kadar soğukluk girmiş olsa da şunu öğretmişti bana: Karışıklıktan ve karmaşadan, çalışan her zaman çalışan çıkar. Sistem ne olursa olsun gerçekten üzerine düşeni yaptığına inanıyorsan hayatta vicdan muhaseben olmayacaktır. Bu rahatlıkla gereken bilgileri internet sayfasına girdim, derin bir nefes aldıktan sonra sonuç bölümünü tıkladım: Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü.

Biyoloji bölümünü kazanmak, çok yüksek puanlar gerektirmese de liseden sonra yaklaşık dört sene eline defter kitap almamış bir öğrenci için büyük başarıydı. Hayatta rakip olarak kendimle yarıştığım ve ilk defa kendime karşı galip geldiğim bir yarışın başarısı...

SİYAH BEYAZ ve GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin