Bölüm 10

44 11 0
                                    

"Dişinin dibindeki mikroorganizma, seni tarif edebilir mi?" diyordu Mevlana.

Hiç düşündünüz mü bu cümleyi kurarken neresinden ve hangi açıyla bakmış dünyaya? Tabi ki tarif edemez. Aciz kulunun yaratıcıyı tarif edemediği gibi... Bunu anlatmak istemiş büyük usta ve kulun acizliğini vurgulamış mikroorganizmayla, seni de Allah'ın suretiyle onurlandırmış. Öyle değil midir zaten, herkesi kendi suretinden yaratmamış mıdır?

Mikroorganizma, seni tarif edemez ama sen onu tarif edebilirsin; tanıdığın bildiğin kadar... Aşkını da anlatırsın becerebildiğin ölçüde... Peki ya içinde yaşattığın aşkın seni anlatabilir mi? Büyük ustanın cümlesine yakıştırdığım ve çok hoşuma giden ikinci durumdur bu.

Eren, "Anlatma kimseye Pınar'ı." derken, hesap etmiyordu içimde yaşadıklarımı. Çünkü ben aşkımı anlatmadığım zaman, o beni anlatmaya kalkıyordu. Mikroorganizmanın seni anlatmaya çalışırkenki şapşallığı gibi... O beni anlattıkça, belki "Bu ben miymişim?" diyecektim çok sonraları kendi kendime. İşte bu noktada duyuyordum konuşma ihtiyacını; biliyordum, duygularımın Pınar için bir anlamı olmadığını.

Koymuştum bir kez onu yüreğime ve her gün daha da büyüyordu orada fakat o büyüdükçe ben aşkımı anlatmakta zorlanıyordum ve beni ele geçirdikçe, ben, ben olmaktan çıkıyor, başka bir insan oluyordum. Kimi zaman, onu beni anlattığı hayalini kuruyordum.Kimi zaman, içimde yaşattığım aşkım beni anlatmaya kalkıyor, hayal kuruyordum.En kötüsü buydu zaten, parayla değildi ya istediğin kadar hayal kur. Gerçekleşmeyen hayallerin yaptığı tahribat, hayallerin büyüklüğü ölçüsünde büyük oluyordu.

Eren öyle diyordu ama ben de yoldan geçen herkesi çevirip "Ben aşığım! Gel sana duygularımı anlatayım." demiyordum. Sadece beni anlayabilecek, samimi gördüğüm insanlara anlatıyordum Pınar'ı.

Hepimizin zaman zaman morali bozulur; sinirleniriz. Neden o anda konuşma ihtiyacı duyar, dertleşecek birilerini ararız? Atalım içimize, biriksin dursun orada, peki ya sonra ne olacak?

Günlük hayatın stresi, o gün yaşanan sinir bozucu olaylar; kavga, gürültü, sevgilinin kırıcı bir hareketi, negatif yükler yüklüyor insan vücuduna. Ama on dakika birisiyle oturup sohbet ettiğimiz zaman, "Biraz rahatladım." diyoruz, işte bu anda, artı yüklü taneciklerin, yani protonların hareket edemediğini düşünürsek; karşı taraf fazla olan negatif enerjimizi kendisine çekecek ve vücuttaki aşırı elektrik yükü deşarj olacaktır. Hatta duymuşuzdur hep, anlattığımız olay ne kadar kötüyse, "Bak! Benim de moralim bozuldu; içim fena oldu." der karşı taraf.

Pınar'a mesaj yazdığım, oturup birisiyle dertleştiğim zaman işte ben de böyle rahatlıyorum. Vücudun elektrik yükünü deşarj etmesinin birçok yolu vardı elbet; mesela sporcular, antrenman sonunda çıplak ayakla, düşük tempolu koşular yapar çimlerin üzerinde. Herhalde bu, o çok yoğun antrenmanların üzerine fantezi koşusu değildir.

Okulda, başta Hakan ve Eren olmak üzere, etrafımdaki diğer insanlara duyduğum sevginin temeli ta birinci sınıfa kadar uzanıyordu. O zamanlarda kurulan bu bağ sayesinde, şimdilerde bana elini uzatacak, konuşup içimi dökecek insanları bulmak hiç de zor olmuyordu. Pınar'a olan hislerim, yüreğimi ortadan ikiye ayırmadan önce bu insanlarla dertleşiyor, kendimi rahatlatıyordum.

SİYAH BEYAZ ve GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin