Bölüm 16

24 8 0
                                    

Ezgi Hoca'mın haberiyle birlikte, Pınar'ı gördüğüm o günün akşamında, günün yorgunluğunu atmak için duşa girdim. Duştan sonra üzerime bir ağırlık çöktü ve erkenden yatağıma uzandım. Uykuya daldığımda bir rüya görüyordum. Çok rüya görmüştüm ama hiçbiri bu kadar canlı değildi. Duyu almaçlarım o kadar iyi görevini yerine getiriyordu ki, sanki yaşıyordum. Esen rüzgârın tenimi yalayıp geçişi, suya vuran ışığın gözlerimi kamaştırması, en önemlisi de renkler; beyaz ışığın prizmadaki kırılışı ve sayısız tonları...

Yemyeşil ağaçların arasında, berrak, içindeki balıkların dansını imrenerek, saatlerce izleyeceğim büyük bir akarsu kıyısındaydım. Esen yel, bir sanatçının usta elleri, yapraklar enstrüman gibiydi. Hışırtılar dünyanın en güzel melodisi, manzara ise duvardaki yağlı boya...

Güzelliğin içinde kendimi kaybetmiş yürüyordum ki, biraz ileride birisini fark ettim. Üzerinde tek parça, teniyle bütünleşmiş krem rengi upuzun bir elbise vardı. Elbisesini, birlikte yaşadığı bir evcil hayvanı sever gibi topladı ve suyun kenarına oturdu. Ona doğru yaklaştım usulca yanına oturdum.

Her şey o kadar canlıydı ki, bir tezat olmasa rüya olup olmadığını idrak edemezdim.

Teni, elbisesi, esen yel ve büyülü melodi... Ama bir tek yüzünü göremiyordum. İçime bir korku düştü. Sonra bana elini uzattı, elini tuttum. Sülün gibi parmaklar, krem ten rengi; yeşil, mor, kimisi uzun, kimisi ince, kimisi de kalın damarlar...

"Elimi sakın bırakma! Çok korkuyorum!"

Melodinin arasında ipeksi bir ses iyice sarhoş etti beni. Biraz olsun kendime geldiğimde, sıkı sıkı elini tutuyordum.

"Zifiri siyah bir siluet her gün beni almaya geliyor ama bir türlü yanıma yaklaşamıyor. Biraz önce de buradaydı ve seni görünce gözden kayboldu. Ne olursun, bırakma elimi! Sıkı tut çok korkuyorum!"

Bir anda, "Şimdi gitmem gerekiyor ama bu seni korur, sakın bileğinden çıkarma!"

Bileğimdeki gümüş "P" harfine bağlı deri ipten yapılmış bilekliği çıkartıp narin bileğine taktım.

O basit bilekliğin tenime temasını daha önce hiç hissetmemiştim. Çünkü öyle bir bilekliğim yoktu ama rüyamda bir yerden edinmiştim işte.

Ayağa kalktığımda avucum soğumaya başlamıştı. Bu kez, gözden kayboldu ve upuzun berrak suyun tam karşı tarafında belirdi ve tekrar bağırıyordu. Sesini çok net duyabiliyordum.

"Gitme! Gitme! Bırakma beni!"

Bağırarak yatağımdan fırladım. Monitörün düğmesindeki, yeşil fosforlu ışık loş da olsa odanın keskin köşe hatlarını belli ediyordu. Hemen bileğime elimi attım ama bileklik falan yoktu. Sonra iki elimi birbirine kenetledim. Elini tuttuğum gibi... Sıkmaktan canım yandığında, aptal dedim kendime, onun da canını yaktım mı diye düşünüyordum. Normaldi de, çünkü çok etkilenmiştim. O sıcaklık ve verdiği hissiyat, gerçek olan kendi elimi tutmamın aynısıydı.

Geçen bir saat içinde Pınar'ın fotoğrafına bakarak kaç sigara içtiğimi hatırlamıyorum. Belki, bir rüya daha görürüm diye yatağıma uzandım ve uykuya daldım. Fakat hiçbir şey görmedim.

Ertesi gün kalktığımda öğlen olmuştu. Ne kahvaltı yaptım ne de başka bir şey, sadece elimi yüzümü yıkadım ve merkeze indim. Üç tane gümüşçü gezdim ve dördüncüde aynısı olmasa da aradığım "P" harfini buldum. Düğümler, aynı balıkçıların incecik misinalara attığı düğümlere benziyordu. Alanya'da çok görmüştüm ama bir türlü onlar gibi ben de o düğümü atamıyordum. Eve geldiğimde iki saatin sonunda, ustaca olmasa da rüyamdaki bilekliğin bir benzerini yapabildim, iki metre deri ip harcayarak.

SİYAH BEYAZ ve GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin