Bölüm 13

23 8 0
                                    

Nihayet kafamı iyice dağıtıp, kendimi toparladığımda mart ayının ortalarıydı, Isparta, önündeki bahara kucak açmaya hazırlanıyordu. Ben de hafta sonları hâlâ işe gidiyor boş vaktimi değerlendiriyordum. Aldığım ücret konusunda, ikinci bir artış sözü verilmesinden iki hafta geçmiş ama hiçbir şey yapılmamıştı.

Yaklaşan sınavları bahane ettim ve ayrılmak istediğimi söyledim. Kalmam için çok ısrar ettiler ve iki gün için güzel de bir fiyat önerdiler ama ben yorulmuştum artık ve çalışmak istemiyordum.

Sınavları bahane etmekte haklıydım çünkü birinci dönemin sonunda bir dersimi zar zor; koşullu geçebilmiştim. Çalışmadığım bir ders değildi ama birinci dönem derse giren melek gibi bir hocanın, ikinci dönem, dersin daha da ağırlaşmasıyla bir canavara dönüşmesi beni korkutmuştu.

Sevdiğim insanlar bir idol olmuştur benim için. Dersler için de böyleydi hep. Samimiyetini hissettiğim hocalara daha çok saygı duyuyordum, onlara saygı duydukça da o dersten düşük not almak utanç verici bir hale dönüşüyordu. Hal böyle olunca ben o derse bir daha çalışıyor, iyi not alabilmek için gayret ediyordum.

İki farklı kutuptu öğrenci ve hocalar. Yusuf Hoca'ya tapıyordum bu konuda. Öğrenci babasıydı her zaman ve hiçbirimizi diğerimizden ayırmazdı. Oturup bu konuda hiç konuşmadık ama benim sezebildiğim kadarıyla insan egosundan önce, insan olma mantığı yatıyordu davranışlarında. Yanlış harekete tavizi yoktu ama problemler konusunda da bir o kadar arkadaş, bir o kadar babacandı bizim için.

Hocamız sayesinde, bizim bölümümüz bu iki kutup arasındaki mesafeyi, sevgi ve saygı çerçevesinde minimuma indirmişti. Duyuyorduk hep; öyle hocalar vardı ki sırf öğrenci olduğun için selam bile veremiyordu. Ama Yusuf Hoca böyle değildi işte birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar bütün öğrencilerinin, neredeyse yüzde sekseninin isimlerini ezbere bilirdi.

Kim olursa olsun, en basitinden bir insana ismiyle hitap edilmesi, kendisine değer verildiğini, sevildiğini hissettirirdi. İstese "Bana ne o kadar insandan, kim ne yaparsa yapsın." diyebilirdi ama sevmek; kendi çocuklarıyla ilgileniyormuş gibi ilgi göstermek işte bu ince ayrıntıdan başlıyordu.

Hocamız, gerek idareci kimliğiyle, gerek saygınlığıyla diğer bütün hocalarımıza örnek olmuştu. Çok önceden fakülte kurulduğunda, biyoloji bölümünü açmıştı ve hâlâ da başkanlığını yürütmekteydi. Bunun yanında, aralarında sivriler de olsa hocalarımızın genelini seviyorduk.

Kendi bölüm hocalarımızın dışında, bizim de sevmediğimiz bir hocamız yok değildi. Temel bilimler olarak, her bölümün dışarıdan aldığı dersler vardır ve bu dersler hangi bölüme aitse o bölümden hocalara verilir, dersi de onlar yürütürdü.

Öğrenciydik ve istesek de istemesek de konuşuluyordu. Üst sınıflardan, bu hocayla ilgili uyarılar alıyorduk hep. İlk başta öğrenci psikolojisi sanmış ve aldırış etmemiştim bu uyarılara. Çünkü ilk dönem hareketleri gayet samimi gelmiş, derste sıcak tavırları hoşuma gitmişti.

Sınav haftası, o dersin sınavında on sekiz kişilik sınıf mevcudumuzun yanında, yaklaşık iki yüz elli kişiyi görünce şok oldum. Her sınıftan öğrenci vardı. Birinci sınıf, ikinci sınıf... Dördüncü sınıf bile... Mezun olacak duruma gelmiş ama hâlâ birinci sınıfın dersiyle uğraşan insanları görünce bir terslik olduğunu anladım.

Kendi kafamdan hesap yapıyordum. Kimisi tanıdığım insanlardı, kimisi de tanımadığım ve aralarında derslerinin çok iyi olduğunu bildiklerim de vardı. "Hadi bunun yüz ellisi, üzerine düşeni yapmadığı için dersten kalsın, ellisi de farklı bir sebepten kalsın, geri kalan elli kişi bir dersten nasıl kalır?"

SİYAH BEYAZ ve GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin