Bölüm 5

84 19 0
                                    

2006

Isparta'da sonbahar... Esen yel, yaklaşan kışın habercisi...

Yaz kış yeşil, iğne yapraklı ağaçlar; onlara göre sayıları daha az olan ve onları her daim yeşil diye kıskanan çıplak ağaçlar... Dökülen yapraklarla geçici kıyafetlerini giymiş sokaklar, ne yazıktır ki belki biraz sonra kıyafetlerini çıkartıp atacaklar. Onlar da kışın ortasında çırılçıplak, yapayalnız ve sessiz...  Esen rüzgâr boşta kalan bir ilmeği söküp atacak, sonra sırası ile bir diğerini. Eli süpürgeli bir görevliye teslim olacak doğanın kıyafetleri; kurumuş ve çıkarttığı hışırtı ile sarının her tonunu taşıyan masum yapraklar.

Geçen iki haftalık sürede, kafamdaki Isparta son halini aldı. Hayatın, öğrenci ve askerlerin çevresinde akıp gittiği, merkezi, küçük bir şehir... Saat onda inen kepenkler ve on bir otuzda son bulan otobüs seferleri... Mütevazı bir yaşam...

Büyük beklentilere inen bir şefkat tokadıydı Isparta. Gelip de döneceği günü iple çeken, sonra her ne sebeple bilinmez, bir türlü buradan kopamayan öğrencilerin şehri... Kimisinin işi olur, kimisinin aşkı... Kimisininse, düne ait gazetede manşet; magazin sayfasında dedikodu, spor sayfasında yalan haberidir bu mülayim şehir... 

Dört senelik bir macera başlamış, iki haftalık kısacık süre geride kalmıştı. "Davraz kayak merkezine kar inecek ve bütün sene bizi oradan seyrettikten sonra, yaz gelip buhar olup uçtuğunda, sizin 'çömlük' sona erecek." diyordu üst sınıflar. Biz de seneye yeni gelen arkadaşlarımıza böyle diyecektik.

Musa amcalar okul açılmadan evi bana bırakıp Alanya'ya geri döndüler. Önce kurulu düzene misafir oldum. Ben evimi kabullendikçe o da beni ev sahibi sayıyordu. Mutfak eşyalarından, salona kadar bütün genel ihtiyaçları karşılayacak eşyalarım hazırdı. Salonda koltuklar, haddinden fazla yatak, yorgan... Mutfağa bir masa ve kendi odama iki bilgisayar masası temin edip, küçük dokunuşlarla kendi düzenimi kurdum.

Bazı eşyalara çocukluğumdan bu yana saygı duyardım. Kullanılmayacak kadar eskise bile onları atmak hiç içimden gelmezdi. Özellikle, arkadaşlar arasında alınıp verilen vesikalık fotoğrafların ayrı bir önemi vardı. Bir gün arkadaş olup, sonra tartıştığımız ve konuşmadığımız insanların bile fotoğraflarını atmazdım. Çünkü o fotoğraflar bana geçmişin olumsuz anıları yerine güzel taraflarını hatırlatırdı.

Neredeyse on yıllık fotoğrafların da içinde olduğu, yirmiye yakın fotoğrafı dolabımın üst kısmına tutturuyor ve evime gelen her arkadaşımdan bir tane, o köşeye fotoğraf asmasını istiyordum. Bu da benim küçük mutluluğumdu...

Sıtkı, bu eve birlikte ilk gelişimizden sonra birkaç kez ziyaretime geldi. O günlerden birinde okumanın, sonra okulu bitirip hayata atılmanın zorluklarından konuşuyorduk.

"Biliyor musun bu soru hep bana sorulurdu. Şimdi ben sana soruyorum ve çok garip... Ne yapmayı düşünüyorsun?"

Tebessüm ederek karşılık verdi Sıtkı.

"Şevket amca ve sizinkiler sorardı değil mi?"

"Evet."

"Kafam çok karışık!" diye devam etti, "Bir yandan okulda kalmak; eğitimime devam etmek istiyorum, bir yandan evdekiler ne zaman işe başlayacaksın diye soruyorlar. Ama her ne kadar bağlantılarım hazır olsa da özel sektör askerliği soruyor ve ben de ciddi ciddi gidip askerliğimi yapmayı, sonra özel sektörde hayata atılmayı düşünüyorum."

"Anladım! Kafanda netleştirdin mi bari?"

"Haftaya Alanya'ya gidiyorum. Başvurumu yapıp gidinceye kadar da bir işe girerim herhalde."

SİYAH BEYAZ ve GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin