6.Bölüm

130 14 3
                                    

Selda Bağcan- Bu Hayat Böyle Mi Olur?

"Kader, hayat yolunda ilerlediğimiz ve hangi güzergahı seçersek seçelim bizi aynı durağa götüren bir otobüstür."
Lidan

"Anka Timi, Kaos Timi operasyona başlıyoruz." dedim sert bir sesle. Her ne kadar ateşli silah kullanmamayı hedeflesekte elimizde MPT silahlarımızla birlikte mağaraya doğru adımladık. Yaklaşık on dakika ilerledikten sonra bizi zifiri bir karanlık karşıladı. Kameralarımızı yerleştirdiğimiz başımızdaki fenerlerin aydınlatma mesafesi çok geniş olduğu için onları kullanmamız bizi büyük bir tehlikeye sokardı hoş biz zaten nefes aldığımız her salisede bir tehlike altındaydıkta neyse. Mühimmatlarımızın içerisinde bulunan küçük el fenerlerini çıkararak üçümüzde aynı anda yaktık.İlerlemeye devam ettikçe karanlık bir girdap gibi bizi daha da içine çekiyordu. Etrafımı incelemek için durdum bu karanlıkta beni tatmin edecek bir sonuç bulamayacağımı bilsemde yine de fenerin ışığıyla etrafa baktım ve hemen Ömer konuştu "Hayırdır Dora! Bir durdun karanlıktan korktun mu yoksa?" dedi içimden ya sabır dedim " Hee korktum aç kollarını geliyorum sana doğru." dedim hepimizden bir kıkırtı çıktı tabi benimki o kadar erkeksi seslerin arasında hiç yokmuş gibi kayboldu gitti. Şakalaşmadan sonra ilerlemeye devam ettik. Ayağıma bir şey takılıp sendelediğimde hemen yere baktım beni fark eden Çağatay ve Ömer'de hemen yanıma geldiler iyi olup olmadığımı sordular iyi olduğumu söyledikten sonra yolumuza devam ettik beş dakika daha yürüdükten sonra kulaklıktan Deniz'in sesi duyuldu "on beş metre sonra oksijen seviyesi düşmeye başlayacak." dedi. Birbirimize baktık ve gözlerimizdeki endişeyi görebiliyorduk bu endişenin kendi canımızdan çok Berfin'i sağ bir şekilde kurtaramamın endişesi olduğunu biliyorduk. Derin bir nefes alarak endişemizi göz ardı edip ilerlemeye devam ettik "Tükürdüğümün girişleri nerede bunlar?" diye tıslayarak konuştu Çağatay. Hepimiz gerçekten çok endişeliydik fakat Çağatay'ın derdi ayrıydı Deniz'in kulaklığımıza söylediği de bu tezimi doğrular nitelikteydi "Barlas kalp atışların neden bu kadar hızlı?" Ömer'de bende durup Çağatay'a baktık. Çağatay derin bir nefes alıp konuştu "Hani kurtarmamız gereken bir kız var ya o yüzden acele ediyorum abiciğim başka bir şey yoksa dikkatimi dağıtıp durma" Deniz sadece sinir bozucu bir kıkırtıyla ona cevap verdi. Bir derdi vardı Çağatay'ın normal bir durum içerisinde olsaydık eğer gelir mutlaka anlatırdı bana fakat şu an ne anlatılabilecek bir ortamdaydık ne de o anlatabilecek bir durumdaydı gözlerinde öyle bir endişe vardı ki ses tonuna da yansıyordu. İlerlemeye devam ettik tâki karşımdaki girişleri görene kadar. Yedi giriş, yedi mağara fakat bir sorun vardı, bu mağaraların bazıları kafa karıştırmak amacıyla işaretlenmişti üçümüzde olduğumuz yerde birbirimize baktık düşündüklerimizde nasıl da haklı çıkmıştık böyle? Ne kadar süre bu şekilde durduk bilmiyorum fakat Deniz'in hafif endişe barındıran sesiyle harekete geçtik "Sinyalleriniz sabit beş dakikadır aynı yerdesiniz?iyi misiniz? Niye hiç konuşmuyorsunuz?"
Ömer hemen konuşarak  "İyiyiz. Girişleri bulduk biraz şaşırmamıza sebep oldular da" dedi. Ben de hemen konuşarak daha önce isminin Tuğrul olduğunu öğrendiğim keskin nişancı üsteğmene ithafen konuştum "Balaban, mağaraya yakın kısımlarda en ufak bir şüpheli hareketlilikte indir!" dedim. Balaban! Tuğrul tıpkı kendi ismi gibi yine Eski Türkçede aynı anlama gelen bir isim seçmişti. Konuşmaya devam ettim "Toplantıda konuştuğumuz gibi arkadaşlar tarafından bekleniyoruz fakat kurdukları tuzak biraz kalbimi kırdı bizi bu kadar hafife almamaları gerekiyordu. Kaos timi sanırım düşmanlarımızı yeterince korkutamamışız." dedim üzeri işaretli olmayan bir mağaraya yaklaşarak parmağımı tükürüğümle ıslatıp havaya tuttum. Evet, rüzgar beni çağırıyordu. Çağatay tıslayarak konuştu "Şerefsizler tehlikeli olan girişlere işaret ve yönlendirme koymuşlar bizi aptal yerine koyup güya yanlış tarafa gideceğimizi düşünüyorlar. O yönlendirmeleri alıp sizin taa-" devam etmesine izin vermeden "Ben buradan ilerliyorum esinti var. Muhtemelen içeride bizi, dışarıda da sizleri karşılayacak olanlar var. Anka timi, Kaos timi bekleyenlerimiz var sağlam dönelim!" Herkes aynı anda "Emredersiniz!" dedi. Anka timi bizden bağımsız olsa da yaptığımız bu operasyonda bize destek kuvvet olarak geldikleri için beni rütbelileri olarak görüyordu. Garip bir şekilde mutlu hissederek gülümsedim fakat bu uzun süreli olmadı hem Dora olarak hem Lidan olarak çok fazla empati yapan bir insan olduğumdan dolayı Berfin'i düşündüm ve gülümsediğim için kendime kızarak ilerlemeye devam ettim. Çok ilerlemeden kulaklıktan hemen Deniz'in sesini duydum "Oksijen seviyesi %19'a düştü. İlerledikçe sinyalleriniz kesilmeye başlıyor muhtemelen mağaranın içinde Jammer var ve sinyalleriniz engelleniyor kısa bir süre sonra sinyalleriniz tamamiyle kesilecek sadece kulaklık üzerinden iletişim kurabileceğiz."dedi hemen arkasından üsteğmen konuştu "Hangi mağaralarda olduğunuzu bize anlatabilir misiniz? Umarım olmaz ama kötü bir durumda size destek olacağız." dedi ve hemen Ömer cevap verdi "Üç tane işaretli olmayan mağara var. Bu mağaraların en dipte olan girişte Barlas var yanındaki girişte Dora var. İlk başta işaretli olmayan girişte de ben varım" dedi. Üsteğmen tekrar konuşarak "Anlaşıldı!" dedi. İlerlemeye devam ederek "Herkes hazırlıklı olsun karşımızdaki insanlar ya gerçekten aptallar ya da kendilerini aptal gibi gösterip tedbiri elden bırakmamızı sağlayarak bizi pusuya düşürmeyi planlıyorlar." dedim. O esnada operasyon başından beri hiç konuşmayan Ataman söze girdi "Oyumu ikinciden yana kullanıyorum. Nehrin diğer tarafında hareketlilik var. Ve afet gibi bir kadın geldi." Ben içimden sabır çekmeye başlarken Çağatay konuştu " Puşt! Düzgünce konuşsana?"  Çağatay sinirini bu şekilde atmaya çalışıyordu içimden dinime küfreden müslüman olsa bari diye geçirdim. Ataman beni duymuş gibi "Dinime küfreden müslüman olsa bari. Ne yapayım çok seksi mi diyeyim?" dedi va Çağataydan cevap gecikmedi "Başlayacağım seksiliğine kes sesini!" dedi bu durumdan çok sıkılıp sinirli bir şekilde tıslayarak konuştum "Ben ses tellerinizin ayarıyla oynamadan kapatın çenenizi!" dedim. Kimseden çıt çıkmamıştı. Herkes işinde çok iyiydi zaten bu denli iyi olmasaydık Kaos'ta yer alamazdık hoş küçüklükten bu yana Kaos için yetiştirilmiştik ama neyse. Ataman her zamanki hovardalığıyla işinin başındaydı elinden ne uçan ne de kaçan kurtulabilirdi. Her anlamda :) Sessiz adımlarla ilerlemeye devam ettim yaklaşık beş dakika daha ilerledikten sonra Deniz konuştu "Sinyalleriniz gitti oksijen seviyesi %18 herhangi bir olay durumunda kameraları açmayı unutmayın. Kayıtları canlı olarak buradan izleyeceğiz." dedi. O esnada bir kaç adım attıktan sonra sesi duydum. Bana doğru geldiklerini seslerinin daha anlaşılır olduğundan ve fenerlerinin ışığının görüş açısının genişlediğinden anladım. Hemen arkamda oyuk gibi bir delik vardı. Fenerimle hemen oyuğu inceledim sırtımdaki oksijen tüpüyle rahat girerdik fenerimi kapatıp hemen delikte yerimi aldım. Silahım hazırdı fakat silahı kullanmam demek tüm herkesi başımıza toplayıp aynı zamanda herkesin canını tehlikeye atmak demekti o yüzden postalıma sakladığım hançerimi hemen çıkardım. Kulaklığıma konuşarak "Birileri geliyor üç farklı ses tonu var muhtemelen üç kişi henüz yakın olmadıkları ve onlarda da maske olduğu  için sesleri net değil o yüzden kişi sayısından emin değilim fakat üç kişi kesin var aynı zamanda biri kadın. Kamerayı açtım kayıta başlıyorum." dedim Deniz'in onaylamasıyla yerime iyice sindim. Kaos gibi bir time tuzak kuruyorlar fakat bazı ayrıntıları düşünemiyorlardı örneğin görüş açısı oldukça geniş fenerler kullanıyorlardı. Bu durum onların yerini gayet ortaya çıkarıyordu. Gerçekten bu kadar aptallar mıydı? Kendi düşüncelerim arasında volta atarken sesleri daha da netleşti adamın biri konuştu "Huh! Oksijen seviyesi yükseliyor artık maskelerimizi çıkartabiliriz." dedi. Şerefsiz birazdan seni o maskeyle boğacağım. Adamlar oldukça kalıplıydı muhtemelen korumaydılar. Sanırım Ataman'ın bahsettiği kız buydu çünkü çok bakımlı ve güzel duruyordu tabi fiziğini de unutmamak gerekiyor ama çakma bir sarışındı. Kadın ile adamın biri ilerlemeye devam ederken diğer adam önüme doğru geldi. Umarım düşündüğümü yapmazdı derken hemen postallarımın üzerine ve bacaklarıma sıçrayan o sıvıyı fark ettim. Yavşak herif! Seni sırf bu yüzden bile öldürebilirdim. Adamın kafasını eğmesiyle beni fark etmesi bir oldu hemen sert bir tekmeyle adamı mağaranın karşı duvarına ittirdim. İttirdim diyorum çünkü daha önce de söylediğim gibi adam iri yarı bir çam yarmasıydı. Geriye doğru sendelemekle kaldı. Hemen yerimden hızlıca fırlayıp uçan tekme attım kendini toparlamasına izin vermeden bir tekme daha attım kafasına bu diğerlerine göre daha şiddetliydi yaklaşık on dakika sonra beyin sarsıntısı geçirmeye başlayacaktı. Çıkardığımız gürültüyü duyup hemen geri dönen diğer  çam yarması ve çakma sarışın şok yaşıyorlardı. Elimi kaldırıp selam vererek "Merhaba" dedim sevimli bir şekilde hemen ifademi ciddiyete büründürerek çam yarmasıyla birbirimizin üzerine doğru ilerledik. Her ne kadar oksijen tüpü hızımı biraz kessede durmadım koşmaya devam ettim yaklaştığımda mağara duvarından destek alarak büyük bir tekme attım, savruldu ve kısa bir şok daha yaşadı sonrasında ise saldırıya geçip o bana tekme attı. Geriye doğru savrulup mağara duvarına çarptım Allahtan arkamda oksijen tüpü vardı da sırtımı duvara çarpmamıştım. Birbirimize tekmeler savurup tekmelerimizi engellemeye çalışıyorduk. Çam yarmasının ayağı anlık bir sendelemeyle dikkatini dağıttı ve kasıklarına tekmemi yemesi bir oldu. Ağzından böğürmeye yakın bir ses çıktı aynı zamanda da kulaklığımdan Denizin sesi duyuldu "Ovv!" tekmem oldukça sertti olurda bir ihtimal yaşarsa ileride girdiği her cinsel ilişkide beni hatırlayacağına emindim tabi bunun için önce yaşaması ve daha sonra da ilişkiye girecek sağlam bir aletinin kalmış olması gerekiyor ki ben ikisinden de emin değildim. Seks hayatını bitirdiğim için hiç üzgün değilim koca adam. Henüz on dakika dolmadığı için az önce üzerime işeyen çam yarması beyin sarsılması geçirmeyip saldırıya geçmişti ikisinin arasında kalmıştım gerçi önümdeki çam yarması kasıklarına yediği tekmelerden sonra pek ayakta durabilecek bir halde değildi ama sanırım arkadaşının ayaklanmasıyla bir güven patlaması yaşadı. İkisi de aynı anda yaklaştı ben yerimde zıplayıp bacaklarımı açarak ikisine de aynı anda tekme attım. Kahretsin Dora! Lidan ne kadar 1.75 olmasından mutlu olsa da bu boy hiçbir zaman Dorayı memnun etmemişti bu da en büyük örneğiydi adamların boyuna yetişemediği için attığı tekme onları sadece oldukları yerde sendeltmişti. Önümdeki adam ayağıma tekme atacağı esnada hemen ona tekme savurmaya hazırlanmıştım ki boğazıma yapışan eller bu hareketimi engelledi nefesim kesilmeye başlamıştı. Her ne kadar suyun içerisinde üç dakika durabilsemde nefes boruma yapılan baskı aynı zamanda canımı da yakıyordu. Neyse ki canım acıdığı zaman saldırmak gibi bir huy edinmiştim. Bir çam yarması beni boğmaya çalışırken diğer çam yarması üzerime doğru gelmeye başladı kafamda mesafeyi ayarladıktan sonra yerimde zıplayıp karşımdaki çam yarmasını ayaklarımın arasına alıp sıkmaya başladım ben onu sıktıkça boğazımdaki eller daha da sıkmaya başladı karşımdaki adam renk değiştirmeye başlamıştı. Kemerimin sağ tarafına taktığım hançeri boğazımı sıkan çam yarmasının eline geçirdim hayvan gibi böğürmesine rağmen ellerini çekmemişti adamı kolundan tutup biraz daha kendime çekip hançeri bu sefer boğazına geçirdim ve artık soluk borumdaki baskı geçmişti. Adamın yere düşmesiyle bende düştüm hemen öksürmeye başladım. Kulağıma Deniz'in endişe dolu sesi geldi "Dora iyi misin? Nabzın ve oksijen değerlerin düşüyor." Tabi diğerleri de hemen başladı "Dora yardıma geliyoruz!" Hemen maskemi takıp oksijen tüpünü kullanmaya başladım biraz daha kendime gelmiştim kulaklığıma dokunup "Herkes yerlerine iyiyim" dedim.Diğer çam yarması da benim gibi yerde yatıp öksürüyordu. Hemen yerdeki maskesine doğru harekete geçmişti ki ayağımla maskesini ileriye savundum elini karşıdaki kadına uzatıp "Helen, lütfen!" demişti. Demek çakma sarışının adı Helendi. Çakma sarışın ise mağara duvarına yaslanmış manikürlü tırnaklarına bakıp bozuk Türkçesiyle konuşmaya başladı "Üzgünüm David! Geçen yıl istediğim köleyi elimden almıştın. Ödeşme vakti geldi. Hem Dorayı öldürme şerefini sana bırakamazdım." dudaklarımda histerik bir kahkaha fırladı. Kadın bana psikopatmışım gibi baktı. Hiç öyle psikopatmışım gibi bakma çakma sarışın. Senin benden daha psikopat olduğun gözle görülür bir şekilde ortada" dedim yaklaşık bir kaç dakika sonra yerde yatan solunum yetmezliğinden dolayı ölecek olan adama bakarak. Çakma sarışın "Bahsedildiğinden daha da fazlasıymışsın Dora! Yalnız lakabının hakkını da veriyorsun nasıl da hayalet gibi geldin öyle.Fakat çokta hırslısın. Yandaki köylü güzelini kurtarmak için çok mücadele ediyorsun fakat bu mücadelen hırsından ibaret. Siz Türklerin bir sözü var 'her şeyin fazlası zarar' ne kadar doğru bir söz." Kız konuşmaya devam ederken ne kadar büyük potlar kırdığının farkında değildi. Berfin yandaki mağaradaydı. Kulaklıktan ses herkese gittiği için haliyle Çağatay ve Ömer de duydu. Çağatay'ın hızlandığını hissediyordum. Ömer'in geri dönmesi gerekirken "Dora bulunduğum mağarada ilerlemek istiyorum bazı ağlama sesleri duyuyorum emirlerini bekliyorum." dedi. Kulaklığıma dokunup "Tamamdır" dedim. Helen konuşmaya devam etti "Hırsında fazlası zarar Dora. Seni de ölüme götürecek ve Azrail'in ben olacağım. İnan bana bu zamana kadar hiçbir şey beni bu denli mutlu etmemişti." dedi kahkaha atarak o esnada Helen kulaklığına dokunup "Kaos timi burada nişancılar yerlerinize" dedi ben hiç istifimi bozmadan Heleni izliyordum fakat kulaklıktan diğerlerinin sesini duyduğumda benim kadar rahat olmadıklarını anladım üsteğmen önce Tuğrul'a daha sonra diğerlerine emir vermeye başladı. Öksürüklerim hala devam ederken kadın hızla yanıma gelip yüzüme bir tekme attı. "Demiştim sana Dora hırsın senin ölümün olacak ve Azrail'in de ben olacağım."hemen arkasından bir tekme de karnıma savurdu. Cenin pozisyonunu alırken dudaklarımdan bir kıkırtı fırladı sinirleri bozulmuş olacak ki alev saçan gözleriyle bir tekme daha savurdu.Yeniden konuşmaya başladı "Ayaklarımın ucunda kıvrandığını görüyorum da aslında abartıldığı kadar değilmişsin Dora. Ama yine de seni öldürmek istiyorum. Senin kanını dökmek istiyorum." Düşündüğüm gibi bu kadın kafadan kontak bir caniydi. "Seni görünce çok şaşırdım Dora. Ben yakışıklı üsteğmeni bekliyordum. Ondan alınacak bir intikamım var işimize hep taş koyuyor. Onu canlı ele geçirmek istiyorum. Önce onunla yatağımı süslemek hevesimi aldıktan sonra da diğer tarafa göndermek istiyorum. O yüzden seni görmek hüzün verici bir şaşkınlığa uğrattı ama olsun eminim onu da elde edeceğim.." Bu kız tam bir kaçıktı. Öksürüklerimin arasından gülmeye başladım tekrardan alev almış gözleriyle bakmaya başladı "Ah Helen! Ne yalan söyleyeyim itirafın beni biraz üzdü. Benim yerime üsteğmeni isteyeceğini düşünmemiştim hırsımı azaltıp güvenimi kırmaya başladın" "Ya Doracığım, hayatına bir Görkem üsteğmen giriverir yılların Dorasını ikinci plana atar."dedi dalga geçerek kahkaha attım."Sana bir sır vereyim mi Dora? Görkem üsteğmeni görsen sen bile kendini unutursun." Bak bu doğruydu adamın bakışları bile tüm nöronlarımın toplanıp seyahate çakmasına sebep olmuştu. Şu an üsteğmenin suratını görmek için her şeyimi verebilirdim.O esnada ani bir şekilde eğilip sinirden bir hışımla maskemi çıkardı sanırım boyalarım dağılmıştı zîra beni görünce çok şaşırdı gözlerinde ki şaşkınlık görülmeye değerdi "A-Ama S-Sen osun!" dedi bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Kendimi hemen toplayıp kıza bir tekme atıp yere düşürdüm. "Helen ben maskemi çıkartanlara ne yapıyorum biliyor musun? Azrailleri oluyorum. Eminim Görkem üsteğmen bu söylediklerini duysaydı mutlu olurdu. Gerçi her erkek bir kadını bu denli etkilemekten mutlu olurdu. Ama üzgünüm Helen, Görkem üsteğmen bu söylediklerini duyamayacak çünkü diğerlerine olduğum gibi sana da Azrail olacağım sarı şeytan." dedim. O da gülerek "Ben ölsem bile kısa sürede sende yanıma geleceksin. Dimitri yakında senden kurtulacak."dedi Hemen suratına bir yumruk attım, tutup duvara çarptım yanına yaklaştığım esnada hangi ara çıkardığını fark etmediğim bıçağını karnıma doğru sapladı.Operasyonlarda her zaman çelik yelek kullanamıyorduk çünkü mekanın özellikleri doğrultusunda hareket ediyorduk örneğin oksijen miktarının az olduğu bir mağarada çelik yelek giymek vücudu sıkıp nefes almayı daha da zorlaştıracaktı bu yüzden bu operasyonda Çağatay,Ömer ve ben çelik yelekleri giymemiştik.Sol tarafımda bir sızı hissettim. Ellerim Helenin boğazına doğru giderken konuştum "Her erkek bir kadını böyle etkilediği için mutlu olur fakat hiçbiri senin gibi bir şeytanı istemezlerdi ve ben onlara birazdan bir iyilik yapıp bu şeytanı cehenneme göndereceğim." boğazıma geçirmek istediği bıçağı kendi boğazına geçirdim ve iğrenç bedenini ellerimin arasında serbest bıraktım. Derin derin nefes alıp karnımdaki yaraya baktım neyseki sıyırmıştı. Hemen oksijen tüpünü takıp cesetlerin yanından geçip ilerlemeye devam ettim. Aslında şu an buradan çıkmam gerekiyordu Berfinin hangi mağarada olduğunu bulmuştuk fakat tüm bu planları sadece bu üçünün yaptığını düşünmüyordum mutlaka bir koz bulacağım. İlerlemeye devam ederken Tuğrul'un sesini duydum "Dışarıda dört tane  keskin nişancı vardı hepsinin işi tamamdır." dedi. Ataman'da "Sıkıldım ya bu tarafta hiç hareketlilik yok."dedi. Dudağımda hafif bir gülümsemeyle ilerlemeye devam ettim. Beş dakika sonra Çağatay'ın sesini duydum "Hedefe ulaşıldı. Berfin'i buldum. Sağlık durumu şu an iyi gözüküyor ama kontrol ettirmekte fayda var. Geri dönüyoruz." dedi. İşte beklediğim haber gelmişti. "Hassiktir!" Ömer sert sesiyle konuşmaya devam etti. "Burada çocuklar var." Arkadan sesler duymaya başladım "Abi lütfen! Lütfen abi söz bir daha yapmayacağız." Ömer yumuşak sesiyle konuşmaya devam etti "Sakin ol bir şey yapmayacağım.Sizi almaya geldim. Bu çocuğa ne oldu?" Çocuk ağlayarak konuşmaya başladı "Abi o benim kız kardeşim, ona şey yaptılar. Çok yalvardım kardeşimin canını acıttı ama beni dinlemedi abi"dedi. Yerimde sendelemeye başlamıştım başım dönüyor midem bulanıyordu. Berfin'e bir şey olacak korkusuyla hareket ederken hayatı kararmış başka bir kız çocuğunu bulmuştuk. Ellerimi duvara yaslayarak sakinleşmeye başladım. Gözlerim yanmaya başlamıştı gözyaşlarımı akmaması için mağaranın tavanına bakmaya başladım. Karnımın hemen yanımdaki sızı kendini hissettirmişti fakat az önce duyduklarımın verdiği acı tüm bedenimi ele geçirmişti. Kelimelerimiz tükenmiş, kimseden ses çıkmıyordu. Ömer " Çocukları aldım, ambulans hazırlansın. Her iki çocukta da fiziksel şiddet var. Kızın durumu ağır cinsel istismara uğramış" dedi acı dolu bir sesle. Boynumu sağa sola yatırıp kütlettim. Gözlerim dolu dolu ilerlemeye başladım. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum fakat duyduğum seslerle olduğum yerde kendimi saklayarak dinlemeye başladım. İki adam vardı birinin sırtı bana dönüktü. Diğeri bozuk Türkçesiyle konuşuyordu "Dimitri bu işi daha ne kadar uzatacaksın? Teslimatlarda sıkıntılar gittikçe artıyor. Patron artık sinirlenmeye başladı. Lidan'ı hala evlenmeye ikna edemedin" bir soru cümlesiydi Lidan ismini duyunca içimde bir his ortaya çıktı. Hayır Lidan. Kocaman evrende evlilik teklifi alıp hala ikna olmamış tek Lidan sen değilsin ki."  Diğer adam konuşmaya başladı. " Kes sesini!" Duyduğum sesle hayatımın şokunu yaşamaya başladım. Kulaklarımda bir uğultu hissettim.Yok ya ben yanlış duydum. Yaşadığım olaylardan ve kaybettiğim kandan dolayı şoka girmeye başladım o yüzden beynim bana oyun oynuyor. Hayır o ses ona ait değil. Neyse ki kamera hala kayıttaydı. Deniz izleyince o olmadığını anlayacaktı zaten. Sırtı bana dönük adam konuşmaya başladı o konuştukça boğazımda bir yumru oluştu. Yere oturup sırtımı duvara yasladım gözlerimden yaşlar kendiliğinden boşalmaya başlamıştı. "Lidan bir işler çeviriyor. Sürekli şehir dışına çıkıyor. Gezici köy görevi olduğunu söylüyor ama pek inanmıyorum. Evliliğe ikna olması yakındır. Patrona söyle biraz daha sabretsin. İşin ucunda tüm Türkiye'ye hükmedecek çok kârlı bir antlaşma olacak. Lidanla evlenince şirketle anlaşmaya ikna edeceğim. Diğer üyeler Lidan'a çok önem veriyorlar o ne derlerse hemen yapıyorlar istemesi yeterli o yüzden Lidan'a bizim şirketle anlaşmasını söyleyeceğim. Sonrasında Türkiye avucumuzun içinde olacak."
Bedenime ağır gelmeye başlamıştı yaşadıklarım ya da duyduklarım. Gözlerimden yaşlar boşalıyordu fakat içimde yaşadıklarım çok daha fazlasıydı. Kullanılmak... Aptal yerine konmak... Ah Lidan! Zekan ile övünürken gözünün önünü görememişsin. Kulaklığımdan Deniz'in sesini duydum çok sakindi o da anlamış mıydı içimdeki acıyı " Dora artık çık. Yeteri kadar bilgi topladık. Daha fazla ilerlememelisin." Ah be Deniz! İlerlemeye mecalim kaldı mı bir sorsana. Deniz tekrar konuştu fakat endişeliydi. "Dora çabuk çık. Nabzında yavaşlamalar var. Oksijen oranın düşüyor. Maskeyi mi çıkarttın?" Sanırım oksijen tüpünde hava kalmamıştı. Sarı şeytan kendi oksijen tüpümün maskesini parçalayınca onunkini almak zorunda kaldım onunda oksijen tüpü neredeyse bitmek üzere. Kahretsin! Kulaklığa konuşarak " Hemen geliyorum" dedim biraz bekledikten sonra "Anka timi, Kaos timi görev başarılı. Geri dönüyoruz."dedim ve yürümeye başladım. Arkamda büyük bir acı bırakarak. Vücuduma saplanan zehir dolu, güvenime parçalayan kelimelerle ilerledim. Beş dakika sonra sanırım oksijen tamamiyle bitmişti çünkü hem nefes alamaz duruma gelmiştim hem de Deniz bağırmaya başlamıştı "Dora çabuk!" Çağatay ve Ömer aynı anda bağırdı. İçeriye giriyoruz. Dora'nın sinyalini alabiliyor musun bizi yönlendir." Sesler sanki uzaklaşmaya başlamış gibiydi. "Sinyal alamıyorum Jammer var." Kendimi biraz koşmaya zorladıktan sonra karşımda gördüklerimle durdum. Az önce öldürdüğüm adamlar... Hemen yanlarına giderek oksijen tüpünü alıp maskeyi suratıma geçirdim. Çölde suya hasret kalmış bedevi gibi hızlı hızlı nefes alıyordum "Tamam, durun sakinleşin. Normale dönmeye başladı." Nefesimi biraz düzene soktuktan sonra konuştum " Geliyorum herkes olduğu yerde kalsın, iyiyim az önce kavga yaparken oksijen tüpümün maskesini koparttılar onların oksijen tüpünü almıştım o da bitmek üzereymiş geri dönüşte diğer oksijen tüpünü aldım" dedim aldığım kesik kesik nefeslerin arasında, inanmayacaklarını bile bile.On beş dakika daha yürümüştüm geçen o kadar süreye rağmen nefes alışverişlerim tam olarak düzelmemişti. Bir elimde oksijen tüpü bir elimde maskem ilerlerken aydınlığın belirmesiyle rahatladım. Yaşadığım rahatlamayla karnımdaki sızıyı da unutmuştum fakat yüreğime aldığım darbe...Mağaranın girişine çıktım herkes bana doğru geliyordu. Çağatay, Ataman, Ömer hızlıca yaklaşıyorlardı. Sanki acımı hissetmişler gibi şifa olmaya geliyorlardı. Hemen arkalarında Anka timi. Bir kaç adım atmamla kulaklığımdan gelen bağırışla aynı anda olduğum yerde kalakaldım "Dora dikkat" Duraklamamın sebebi Tuğrul'un bağırışı değildi. Az önce manevi olarak sırtımdan vurulmuştum. Şimdi ise gerçekten vurulmuştum. Sanırım Tuğrul adamı hemen vurmuştu ki ben ikinci bir kurşun yarası almamıştım. Sol kürek kemiğimden vurulmuştum. Vurulmanın etkisiyle oksijen tüpünü yere düşürmüştüm. Acı yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlıyordu. Çok garip. Bir kurşun yarası açıldı sırtımda daha önce de kurşun yemişliğim vardı ama bu acı biraz daha fazlaydı.Yoksa bu yüreğime yediğim darbenin acısı mıydı? Kandırılmışlığın acısı mıydı? Ama en çokta bunları fark edemeyişimin acısı...Hiç söz dinlemeyen, bir türlü düzene girmeyen nefesim yaramaz bir çocuk gibi yeniden yoldan çıkmıştı. Hem karnımdaki yaradan kaybettiğim kan hem de omuzumdaki yaradan dolayı artık dizlerim vücudumu taşıyamamıştı. Dizlerimin üzerine çöküp karşımdaki adamlara bakmaya başladım. Ataman, Ömer, Çağatay ve Anka timi... Her ne kadar küçüklükten beri kusursuz bir şekilde bu tim için özel yetiştirilmiş olsakta yine de  kusurlarımız vardı; zaaflarımız... Ve bizim en büyük zaafımız birbirimizdik. Herkes olduğu yerde donup kalırken bir beden bana doğru koşmaya başladı dönüp kim olduğuna bakamıyordum artık mecalim kalmamıştı. Ne Lidan'ın ne de Dora'nın.. Çok yorulmuştuk ve uyumak istiyorduk. Bedenim yere çuval gibi düşerken az önce koşan adam yanıma geldi kafamı kucağına aldı sarsmaya başladı. Bu, bu Görkemli Görkem... Hafif bir buse belirdi dudaklarımda aynı anda acılarım derinleşmeye başlamıştı. Üsteğmenin eli maskeme doğru gitti. "Sakın, sakın üsteğmen. Seni öldürmek istemiyorum." dedim zor bir şekilde bileğini tutan elim yavaşça kaymaya başladı. Maskemi kıvırarak burnumun üzerine kadar açmıştı. Biliyorum ölümden korkmuyordu sadece ben istemediğim için açmıyordu.  Üsteğmenin bir eli nabzıma gitmişti. Ben söyleyeyim üsteğmenim çok kan kaybı var ameliyat için en az iki ünite kan lazım oksijen satirasyon düşük nabız muhtemelen otuzun altında tansiyonda düşmeye başladı muhtemelen aynı anda hipodermiye de yakalanacağım.Bir cesaretle karşımdaki gözlere baktım. "Acıyor üsteğ.."devam edemedim gözümden akan yaşların izin verdiği ölçüde bakmaya çalıştım son gördüğüm ise dudaklarıma kapanan dudaklar oldu...
                        ***

Keyifli okumalar.Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın🙏🙏🙏
Instagram: esay1007

KAOS 'Lidan'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin